'Z Kuşağı': Yeni bir kavram çatışmasına doğru
Çoğumuzu evlerimize hapseden ve sosyalliğimizi cep telefonlarımızla sınırlayan pandeminin armağanlarından biri de her türlü sosyal bilim kavramını hızla öğrenmemiz, tartışmamız ve tüketmemiz oldu.
Topluma dair tartışmaların bu kadar hızlı gerçekleşmesinin, bir tür “zaman-mekan” sıkışmasına kurban gitmesinin bilimin ilerlemesine ne kadar katkısı olduğu tartışılır. Her türlü bilimin kendi ritüelleri içerisinde yapılması gerektiğine inananlar için bu yoğun gündem olsa olsa kütüphaneye saklı kalmış bazı kavramların “vülgarize” ve “popülarize” edilmesinden öte değil. Nasıl ikinci nesil kahve zincirlerinin yaygınlaşması herkesi kahve gurmesi yapmadan fikir sahibi olmasını sağladıysa; bu tür “fast-food” tartışmalardan kulak dolgunluğu yaratması itibariyle faydalı sayılabilir.
Kuşak kavramı da bu dönemde hızla önümüze servis edilen, üzerinde fırtınaların koptuğu, toplumsal bölünmelerin pekişmesini sağlayan ve kısa süre sonra unutulacak kavramlardan biri. AK Parti’nin belirli bir yaş grubundan yeterince oy alamadığı iddiası/kanısından yola çıkan bazı stratejistlerin, bu yaş grubuna Z-kuşağı ismi verip, bu kuşağa ulaşmak için yol haritası geliştirmeleri tartışmayı tetikledi. Sayılarının 7 milyona ulaştığı öne sürülen bu “oy deposu” tabii ki bütün partiler için çok cazip olmalı ki ana muhalefet partisi de bu kuşağa parti meclisinde yer vermeye karar verdiğini açıkladı.
Bu arada biz de Z-kuşağının aslında MHP ve İYİ Parti’ye yakın durduğunu da öğrendik. Tek bir oyun altın kıymetinde olduğu aşırı kutuplaşma çağında bu kadar büyüklükteki bir “seçmen kitlesi”, her siyasetçinin rüyasına girecek kadar cazip, hele kalbini kazanmanın yolları da kişisel gelişim kitaplarında yazıyorsa.
Çiğ köfte, beşamel sos ve Waffle seviyorlar
Var olup olmadığını bilmediğimiz Z-kuşağı siyaseten bu kadar cazip hale gelince, onu daha yakından tanımak için harcanan çabanın da hacmi arttı. Aşağıda yer alan grafik, Google’da yapılan “z kuşağı” aramalarının son bir ayda nasıl sıçradığını gösteriyor, önceki beş yıl boyunca kimse konuyu merak etmemiş bile.
Talep bu kadar artınca, arz da kendisini göstermeye başladı ve biz bir hafta içerisinde bu kuşağın hangi yıllar arasında doğduğunu, hangi kişilik özelliklerine sahip olduğunu, nerelerde yaşadığını ve ne yiyip içtiğini de öğrenebildik. Anladığımız kadarıyla 2000 sonrası doğan herkes Z-kuşağının bir mensubu, duygusal zeka sahibi, “doğayı, insanları, kitapları, gezegenleri, kısacası yaşamın tüm unsurlarını önemseyen”, maddi dünyaları kuvvetli , “kavga etmeyen ama susarak ilgisiz ilgisiz bakan”, “özgürlüklerine ve bağımsız olmaya oldukça düşkün”, siyasetle ilgilenmeyen ve otoriter, milliyetçi ve Atatürkçü bir lider isteyen bir kuşaktan bahsediyoruz. Bu kuşağın toplam Türkiye nüfusu içerisindeki oranı %29, Şanlıurfa’da %50, Şırnak’ta %48, Ağrı, Muş ve Siirt’te %46. 4.5 milyonu İstanbul’da, 1.5 milyonu Ankara’da, 1’er milyonu da İzmir ve Şanlıurfa’da yaşıyor. Ayrıca soslardan krema, soya, barbekü ve beşamel soslarını; aperatiflerden de çiğ köfteyi tercih etmekteler, tatlı olarak waffle ve künefe seviyorlar.
Eğer hala aklınız karışmadıysa, bu kuşağın “beş çocuklu evlerde ilgisiz büyümemiş”, “ebeveynlerin ilgiyle proje olarak yetiştirmiş olduğu” “Varlığını Türk varlığına armağan etmeyen” bireyler olduğunu da ekleyelim ki, Bektaşi fıkrasında söylendiği gibi “yoksun diyeceksin de, dilin varmıyor!” diyebilelim. Haksızlık etmeyelim, bu konuya magazinin ötesinde akademik olarak yaklaşan, kavramları sorgulayan ve en önemlisi eldeki verilerin bu kadar da “homojen” bir resim çizmediği söyleyen kişiler de oldu, gençlik içindeki farklı grupların varlığını vurgulamayı tercih ettiler, bu yüzden de sesleri çok fazla duyulmadı.
İki noktayı özellikle belirtmek gerekiyor, birincisi ülkemizde uzun sayılabilecek bir süredir gelişen bir gençlik çalışmaları disiplini bulunuyor ve bu disiplin “kuşak” deyip geçtiğimiz bu çok kalabalık “kitleyi” anlayabilmek ve onun içerisindeki çoğulluğun farkına varabilmek için olanaklar sunuyor. Sadece son üç yılda yürütülen “Türkiye’de Gençlerin İyi Olma Hali”, “Gençler Konuşuyor: Gençlerin Gözünden Dindar-Seküler Kutuplaşma”; “Next-Generation-Türkiye: Gençlerin Sesini Dinlemek” ve “Türkiye'de Gençlerin Güvencesizliği: Çalışma, Geçim ve Yaşam Algısı” yaklaşık 25 yıldır sürdürülen ve “Türk Gençliği’98: Suskun Kitle Büyüteç Altında” ile başlayan saha çalışmalarının ve bir tartışma geleneğinin izlerini taşıyor ve basit bir “kalıpyargı” üretmekten çok daha fazla işlev görebiliyor, eğer anlamak isterseniz.
Mannheim ve Kuşaklar Sorunu
İkinci olarak “Z-kuşağı” söyleminin yaslandığı “kuşak sosyolojisi” tek kalemde silinebilecek kadar basit bir ayrım olmaktan çok uzaktır. Büyük sosyal bilimci Mannheim’ın 1928’te ortaya attığı “Kuşaklar Sorunu”, tarihsel-toplumsal bir sürecin nesnesi olan ve benzer deneyimlerin biçimlediği “yaş grupları” kavramına dayanır, o da sadece ekonomik ve toplumsal koşulların belirlediği “sınıf” tanımından farklıdır. Mannheim’a ve onun takipçilerine göre bir bireyin “duygu, düşünce ve davranışlarını” onun içinde bulunduğu “kuşak konumu” belirler, gençlik döneminde yaşanan (15-25 yaş arası diyelim) deneyimler ve şahit olunan tarihsel anlar, bireyin kaç yaşında olursa olsun içinde yaşadığı dünyayı yorumlamasına biçim verir. Gençlik döneminin objektif koşulları -ekonomik büyüme, eğitim ve iş olanakları, siyasal krizler vs.- bireyin “dünya böyle bir yerdir” genellemesini yapabilmesini sağlarken, kendisini içinde buluverdiği tarihsel gelişmeler de -dünya savaşları, Soğuk Savaş, 1968, Gezi Protestoları- onun yaşıtlarıyla paylaştığı ortak deneyim olarak büyük bir payda yaratır. Bir açıdan bireysel olarak benzersizken; objektif koşullar ve tarih de diğerleriyle benzeşmesine yol açar ve bir anlamda da kuşaklar arası farklılıklar toplumsal değişimin anahtarını oluştururlar.
Pekiyi, bizim içinde bulunduğumuz objektif koşullar ve tarihsel deneyimler, bu kadar büyük bir “kitleyi” tek bir sıfat altında toplamaya yetiyor mu? Başka bir deyişte bireysel benzersizliğimizi geniş bir potada eritip, sınıf, milliyet ve benzeri bütün kimliklerden soyunup tek bir kimliğe, “Z-kuşağı” sıfatı altında adlandırmamıza yetecek kadar büyük bir değişim içinde miyiz? Esas yanıtlanması gereken soru bu… “Z-kuşağı” adını rahatlıkla kullananların bu kuşağın ortak paydasının “teknoloji” olduğunu söylüyorlar, teknoloji -siz buna İnternet de diyebilirsiniz- bu gençlerin yaşam biçimlerini ve dünyayı yorumlamalarını kökten etkiliyor, bu doğru.
"İthal bir kuşak tanımının peşinde koşmak" doğru mu?
Ama teknoloji kullanımı Mannheimcı anlamda aradığımız tarihsel an mı ve bütün sayılan sınıfsal, etnik ya da milliyete dayalı farklılıkları sıfıra indirgeyecek kadar kuvvetli mi? Yoksa bu faktörler teknolojiyi nasıl deneyimlediğimizi etkiliyor olabilir mi? Başka bir deyişle, tek bir teknolojiden mi yoksa teknolojilerden mi bahsediyoruz? Bana kalsa Gezi Protestoları ya Koronavirüs salgını tarihsel an olarak çok da büyük bir ortak paydayı oluşturabilir, her ne kadar sınıfsallıktan başlayan bir çok faktöre bağlı olarak salgın ve karantina dönemini nasıl geçirdiğimizi belirliyor olsa da. Örneğin, “Koronavirüs sosyal medyanın önemi arttırdı ve eğitim bile “online” oldu” mu? Bireylerin mebzul miktarda bulunan “online” içeriğe erişebilmesi bir “yapabilirlik” meselesi değil mi? Beyaz yakalı bir ailenin elinde her tür erişim cihazı olan “proje çocuğu” ile yoksul bir ailenin kardeşlerine bakmak zorunda kalan genç kızının erişimleri aynı derecede mi, aynı biçimde mi? Maaşı düzenli ödenmekte olan bir genç Z-kuşak mensubunun sosyal medya performansı, ücretsiz izine çıkarılmış enformel sektörde istihdam edilen bir başka genç ile aynı mı? Bu örnekleri çoklaştırabiliriz ve aslında tek bir tarihsel bir anı bile nasıl farklı deneyimlediğimizi görebiliriz. Öyleyse, farklılıkların bu kadar çok olduğu bir dönemde, elimizde sağlam bir veri olmadan genellemeler yapmak, muhayyel ve ithal bir kuşak tanımının peşinde koşmak, toplumu anlamak çabamızı ileriye değil geriye götürür ve indirgemecilik havuzunda boğulmamıza yol açar.
Son olarak özellikle de üzerinde durmamız gereken bir şey, bu kuşak ayrımlarının ithalliği… Bol bol kullanılan X-Y-Millenium-Z-Alfa gibi ayrımlar genellikle ABD’de ve az sayıda Batı ülkesinde yürütülen çalışmalara dayanıyor. Oysa her ülkenin objektif koşulları tarih içerisinde farklılaşabilir ve en önemlisi her coğrafya kendi kuşak anlarının arayışında olabilir. Her ne kadar küreselleşme dünya tarihinde hiç olmadığı kadar toplumların benzeşmesine yol açmış olsa da, hem toplumlararası hem de toplumiçi eşitsizliklerin de küreselleşmeyle pekiştiğini hatırlayalım. Böyle bir durumda, her toplumun kendi kuşak anlarına ve kuşak adlandırmalarına sahip olması şaşırtıcı olmaz. Dolayısıyla “Z-kuşağından” oy devşirmek için çıkacağız yolculuk, ufacık bir mahallenin sınırlarında sonlanabilir, dikkatli olmak lazım.
Yazar: Prof. Dr. Emre Erdoğan - İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
YORUMLAR