‘Yoğun stres altındayken önemli kararlar almayın’
diyor kişisel gelişim uzmanları.
Dedikleri doğrudur elbette…
Ama ya hayatımızı çoğunlukla stres altında geçiriyorsak?
Ya önemli kararlarımızı da çoğu kez yoğun stres altında alıyorsak?..
Ne yapalım; hep kararsız mı kalalım?
İşimizle ilgili…
Ya da evimizle, ailemizle, ilişkilerimizle ilgili…
Stres altındayken hiç mi karar almayalım?
Öyle bir lüksümüz yok ne yazık ki; hayat beklemiyor.
Biz de hayatlarımızı türlü stres nedenlerinin gölgesi altında yaşamaya ve sürekli stres altında kararlar almaya mecburuz.
Olayları, krizleri, çatışmaları durduramıyoruz…
Üstümüzdeki baskıyı tamamen yok edemiyoruz…
Hatta bırakın tümüyle yok etmeyi, çoğu zaman o baskıyı hafifletmek bile gelmiyor elimizden.
Böyle yaşamaya alışmak (mı) peki?..
Hayır; şöyle diyelim: Stres altında yaşarken stresi bir noktaya kadar tolore eden, daha esnek yeni bir algı geliştirmek…
Başarabileceğimiz şey işte bu.
Bu da çok kolay olmayan bir şey elbette; ama denemek ne kaybettirir ki?
***
‘Stres altında yaşarken stresi bir noktaya kadar tolore eden daha esnek yeni bir algı geliştirmek gerektiği’, çok değer verdiğim bir dostumun, bir psikologun ifadesidir.
Ama bu ‘fresh’ girizgâhın ‘acılı şalgam’ kıvamında bir de devamı var:
‘İnsanın bu toleransı sürekli özveri biçiminde, hep kendinden taviz vererek sürdürmesi, geçici bir doyum oluşturur. Mutluluk, yerini bir süre sonra tükenmişlik duygusuna bırakır.’
diyor sevgili dostum.
Peki bu ne anlama geliyor?
· Stresin esiri olmak kötü; o halde stresi yönetmek lazım.
· Karar anları, stresi iyi yönetebildiğimiz anlarla kesişmeli.
· Kurumlarda ve çalışanlarda stresi artıran nedenler iyi analiz edilmeli; zira çoğu hikâyede büyük baskıyı doğuran etkenin çok küçük olduğu halde sırf önemsenmediği, sürekli ertelendiği için zamanla tümörleştiğine tanık olunuyor.
· Stresi yönetirken hep aynı taraftan ödün beklemek, uzun vadede kötü sonuçlar doğurur ve tükenmişlik sendromu dediğimiz çağdaş vebayı tetikler.
· Öyleyse işbirliği içindeki tarafların (işçi kadar işverenin, yönetilen kadar yönetenin) stresten pay alması, böylelikle baskıyı hafifletmesi gerekir.
· İşletmelerin gelişim planlarında stres yönetiminin kritik bir detay olarak dikkate alınması ve buna uygun stratejiler, eğitimler, dayanışma ve paylaşım prosedürleri geliştirilmesi icap eder.
Özetle:
Stres hep vardı; adı değişti çağdan çağa. Babaannemizin ‘Can sıkıntısı’ dediği şey de böyle bir şeydi.
Ve böyle şeyler, gelecekte de var olacak; belki daha yoğunlaşacak.
Ama yönetilebilir bir şeydir stres.
Onu rasyonel biçimde yönetmekse hayatı paylaşan bütün paydaşların ortak çabasıyla mümkündür. Başka bir deyişle ‘taşın altına herkes elini koyarsa acı yok olmaz, ama hafifler’. Bu da belki herkesi mutlu eder…
YORUMLAR