Elbette yaşanan, izlenen, tanık olunan her şeyi kaydetmek mümkün değil; bunu yapmak isteseniz bile o çapta bir bellek zaten icat edilmiş değil.
Bu yazıyı yazdığım gün itibariyle, en gelişmiş parmak belleğin kapasitesi 1 terabayttı; Western Digital’in ürettiği olağanüstü HDD (taşınabilir harici bellek) 10 terabayt gibi çarpıcı bir kapasiteye sahipti.
Öte yandan her biri onlarca terabaytlık 1 milyondan fazla sunucu ile bağlaşık biçimde çalışan Google’ın server kapasitesi ise yazımı tamamladığım dakikalarda 86 milyon terabayttı.
Biraz daha anlaşılabilir bir ölçüyle söyleyeyim: Google’ın hacmi 700 milyardan biraz daha fazla sayfaya denk geliyordu;ama şunu da hemen eklemek gerekiyor ki servis ettiği tüm bilgileri Berkeley County, Iowa-Council Bluffs, Georgia-Douglas County (ABD), Hamina (Finlandiya), Dublin (İrlanda) ve St.Ghislain (Belçika) gibi devasa veri merkezlerinde saklayan Google, dijital evrenin sadece ama sadece % 2’si demekti…
Geriye kalan % 98’i bir düşünsenize…
Milyarlarca terabayt…
Üstelik bunların hepsi dündü. Bugün kim bilir daha kaç milyar veri aktı network havuzuna?
Bütün bu baş döndürücü rakamlara rağmen, tahmin edilen şu ki, dünya üzerinde olup biten her şeyi kaydedebilecek kapasitede bir bellek, bugünkü dijital gelişim ivmesiyle -savaş veya küresel ekonomik kriz gibi etmenlerden ötürü hiç aksaklığa uğramaması koşuluyla tabii-muhtemelen ancak 250 yıl sonra geliştirilebilecek.
Fakat yine buna rağmen biliyoruz ki biz, bugünün dünyalıları, kişisel ve toplumsal düzeylerde çağımızı aşan, yüksek düzeyli bir ‘kayıt kültürü’ oluşturabiliriz:
Hayatımızı değiştiren önemli şeyleri…
Önemsediğimiz anları, durumları, rakamları, verileri, diyalogları…
Dönemeçleri, yol ayrımlarını…
Hatta ilk bakışta çok önemsiz gibi gözükse de üstünü azıcık kazıdığımız zaman ileride önem kazanma olasılığı beliren her şeyi kaydedebiliriz.
Yazıyla…
Görüntüyle…
Sayısal verilerle…
Kaydetmek iyidir!
Ve sadece kaydettiğimiz bilgi bizimdir!
Fakat işin güzel yanı şu ki, kaydetme zorunluluğumuzun altından kalkabilmek için trilyarlarca terabaytlık bir belleğe ihtiyacımız yok. Kıvrak bir beyin ve iyi tutulmuş bir günlük…
Bu ikisi, ihtiyacımızı önemli ölçüde karşılayabilir.
***
Grimm kardeşlerin 19’uncu yüzyılda kaleme aldığı ünlü ‘Hansel ile Gretel’ masalında olduğu gibi; 21’inci yüzyılda da karanlığın kalbine ilerlerken dönüş yolunu akılda tutacak kırıntıları etrafa dökmenin bir yoludur kayıt kültürü oluşturmak…
Beynimize…
Akıl defterlerine…
Biyografilere ya da otobiyografilere…
***
Kaydederken, henüz yolun başında sınıflandırma yapmak…
İlişkisel öbekler ya da kronolojik bir dizinle ‘arşivin kurgusal mantığını’ oluşturmak…
Rastlantıya bırakmamak…
Bunlar ise iyi olan şeyi -kayıt tutma işini-işe yarar bilgiler evreniyle birleştirecek, daha mükemmel hale getirecek kalite ayrıntılarıdır…
***
İşleyen, dolu bir bellek, her halükârda yararlıdır çünkü….
Anımsanan bilgiden zarar gelmez, yeter ki kara bilgi olmasın!
Gözümüzü korkutan, depresyona sürükleyen, kötülüğü yayan, terör doğuran bilgi ‘kara bilgi’dir…
Nefreti büyüten…
İntikam duygusunu körükleyen…
Kötülüğe sürükleyen bilgiler…
İhanetleri, cinayetleri, soykırımları, suikastleri unutmamak…
Bu da elbette yarını geçmişten daha görkemli bir yapı ile kurmak, yeniden yaş tahtaya basmamak için önemlidir; ama bu bilgileri ‘ön bellekte’ tutmak, sürekli olarak bunlarla yaşamak, geleceği bu yaralı geçmiş üzerine kurmak yanlış!
Ve son derece tehlikeli!
Devinen hayatın pratiği de bunu örnekliyor:
Mesela benim Ermeni ırkına ya da Ermenistan devletine karşı düşmanlığım veya herhangi bir önyargım yok; fakat Ermenistan’ın bizim Ağrı dediğimiz yerden -ya da kendi söyleyişleriyle Ararat’tan- batıdaki yerlere, üzerinde bizim yaşadığımız topraklara süngü gibi doğrulttuğu işgal ideali-ya da kendi söyleyişleriyle anayurt sınırlarına dönüş ülküsü- ve bu‘megalo idea’yı kendi iç siyasetinde de bir daimi tahrik malzemesine dönüştürmesi, bana göre kuşaktan kuşağa aktarılan ‘kara bilgi’ için çok güncel ve çarpıcı bir örnek.
Keza böyle bir kara bilgiyi Yunanlılar genç kuşaklarına, Trakya veya İzmir üzerinden, hem de ders kitapları aracılığıyla, sistematik biçimde sürekli empoze ediyorlar…
Suriyeliler, iç savaş başlayıncaya dek Hatay üzerinden yapıyorlardı aynı bilgilendirmeyi; şimdi başka şeyin derdine düştüler…
Esas sorun şu: O bilgiler, ders kitaplarından türkülere, masallardan çağdaş Ermeni, Yunan, Suriye romanlarına türlü kaynaklar üzerinden o ulusların çocuklarına sürekli, sistematik biçimde, kararlıca aktarıldığı için muhtemelen 50 yıl sonra bir Ermeni, Yunan ya da Suriye çocuğunun bir Türk çocuğuna sempati duyması, dostluk kurması, komşuluk etmesi‘olağanüstü bir durum’ olacak.
Gelecek, geçmişin karanlığına gömülecek.
Peki, bizim öyle bir sorunumuz var mı?
Başka bir ulusun topraklarına göz dikmemize neden olan ve çocuklarımıza sürekli kin pompalayan öyle bir ulusal idealimiz var mı?
Ben, olmadığını düşünüyorum.
En azından, devletin resmi eğitim konseptine uygun kurumlarda ve Milli Eğitim müfredatları doğrultusunda yetiştirilmiş bireylerin, başka bir ırka veya dine yönelik ‘sistematik biçimde oluşturulmuş’ kininin olmadığına inanıyorum.
Böyle düşünüyorum, zira bu ülkede büyüdüm ve öğrenim hayatım boyunca bu bağlamda bana empoze edilen tek ulusal doktrin,‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ oldu.
Ve bu doktrin, yaşadığımız yerin gereksinimleri doğrultusunda kusursuzdu.
Aynı felsefe, bugünün dünyasında -özellikle bizim coğrafyamızda- yaşanan kaosun ve güven bunalımının da yegâne ilacı durumunda…
***
Bu halde karmaşık bir durum ortaya çıkıyor:
Ne yapacağız yani; ne amaçla kaydedeceğiz?
Kaydettiklerimizin ne kadarını anımsayacağız?
Çok önemli şeylerin bazılarını sık sık anımsamak gerekmiyorsa -hatta aksine, geri plana itmek lazımsa-o zaman o bilgileri niye kaydedelim ki?
Öncelikle; kaydettiğimiz her ne varsa onları, tümünü elbette anımsayacağız. Hele de derin yara izi bırakanları, sarsıcı şeyleri:
İhanetleri, cinayetleri, soykırımları, suikastleri, derin yanılgıları, yoldan çıkmaları, aldatılmaları vesaire, vesaire…
Toplum ya da birey olarak…
Bunları aralıklarla anımsayacağız; ama hayata bu acı kayıtlar yön versin diye değil!
Geleceğin ışıl ışıl dünyasını intikam hırsıyla karartmak, kabuk bağlamış yaraları her gün yeniden kanatmak için de değil!
Aynı hataları, aynı yanılgıları, aynı suçları yinelememek için…
Ders almak için…
Bir sonraki seferde‘gerçekten öğrenmek’ için…
Hani ‘Tecrübe, hayatta yenmiş kazıkların bileşkesidir’ derler ya, işte ona benzer bir gerekçeyle; tecrübe kazandığımızı görmek, artık daha dikkatli davranmak ve aynı kazığı yine yememek için anımsayacağız bütün o kara bilgileri…
Buna karşın…
Bizi mutlu eden kayıtları ise çok daha sık anımsayacağız:
Ortak coşkuları…
Büyük buluşları…
Barışa ve kucaklaşmaya dair gerçek hikayeleri…
İnsanoğlunun ilerlemesinde dönüm noktası olmuş keşifleri…
Uygarlığın bu ışıltılı parçalarının her birini, belleğimizin ve yinelenen gündemin baş köşesine buyur edeceğiz sıklıkla.
Onlardan ilham almak için…
Başarabileceğimize yeniden inanmak için…
Ve belki bu yolla iyiliği sadece kendi evimizde değil, yedi iklimde büyütebileceğiz.
***
Özetin özetinin özeti:
Kin tutmak ne kadar kötüyse, kayıt tutmak da o kadar iyidir!
YORUMLAR