Hayatında bir kerecik olsun ‘Allahım, neden ben?’ diye sormamış biri var mıdır?
Bunaldıktan, çok ağır bir yenilgiye uğradıktan sex izle ya da çok derin bir hayal kırıklığı yaşadıktan sonra; çaresizlik kuyusunun dibini boylayınca -ömründe bir kerecik olsun- bu sorgulamaya sürüklenmemiş olan biri varsa o, hakikaten muazzam bir istisnadır.
Bazen kaybettiğimiz bir sınav, o soruyu sordurur bize…
Bazen kafa kafaya tosladığımız kötü yürekli bir insan…
Yürütemediğimiz bir ilişki, platonik bir aşk ya da bir ayrılış hikâyesi…
Bazen yinelenen çöküşler, iflaslar, ihanetler o girdaba çeker bizi ve en nihayet sorarız:
‘Neden ben?’
Oysa bu soruyu yönelttiğimiz ‘Mutlak İrade’, hayat dediğimiz gurbete göndermeden çok daha önce ‘Etrafına dikkatlice bak!’ diye uyarmıştır bizi.
Malum sorunun yanıtını, biz soruyu sormadan önce vermiştir yani:
Bizden çok daha bahtsızlar olacaktır dikkatlice baktığımız yerde.
Daha şanssızlar…
Daha sağlıksızlar…
Ağır yenilgilerin, bizimkinden çok daha dramatik iflasların, en hunhar ihanetlerin kurbanları vardır etrafımızda.
Öyle tek tük de değil, yığınladır onlar.
Ve yanıt onlardır.
Yanıt onlarda gizlidir.
Biz, bir türlü göremeyiz ama…
Ya da ‘görmek istemeyiz’ onları…
Acınası durumumuzu, dramımızı, kimselerle bölüşmek istemeyiz.
Öyle de…
Ya biz, bir yolunu bulup da sırrı çözmeyi, gizemi görmeyi başarırsak ne olur?
Sıkıntılarımız bir anda biter mi?
Elbette hayır!
Ama ‘yalnızlık’ duygusu yerini başka şeylere bırakır:
Karamsarlıktan kurtulmamız için belki bir kapı aralanır…
Acımızı paylaşırız. Bizim gibilerle dayanışmaya yöneliriz belki…
Ve belki ayağa kalkmak için yeniden mücadele etmeye başlarız…
Her şey değişir…
Kim bilir?
***
ABD’de Davis Kupası takımına seçilen ilk siyahi tenis oyuncusu Arthur Ashe’tir. Benim şimdi size aktaracağım şey de O’nun yaşamını anlatan ‘The Arthur Ashe Biography’de geçen gerçek bir hikâyedir:
Ashe, ‘Dünya Bir Numarası’ olduktan kısa süre sonra kansere yakalandığını öğrenir. Tam da sıkıntıları sona ermişken…
Ve hayranlarından gelen üzüntü yüklü mektuplardan birinde ünlü tenisçiye, ‘Hiç kendine neden ben diye sorduğun oluyor mu?’ sorusu yöneltilir.
Önünde sadece birkaç aylık ömür kaldığını bilen adam, şu yanıtı verir:
‘Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, bunların ancak 5 milyonu iyi tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel olmayı başarır, 50 bini yarışmalara katılma şansı yakalar, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır… Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya 'Niye ben?' mi demeliyim?
Mutluluk insanı sevecen yapar. Zorluklar güçlü yapar. Hüzün ise bizi gerçekten insan yapar. Yenilgi mütevazı kılar. Başarı insanı ışıldatır. Ama başarılı oluşumuz değil, yalnızca Tanrı yolumuza devam etmemizi sağlar. Tanrı'ya asla 'Niye ben?' diye sormayın! Ne olacaksa olacak. O'nun kendine has usulleri vardır. Başınıza gelecek her şey, kendi iyiliğiniz için olur. İnancınızı koruyun. Mutluluk, ondan sonra gelir…’
Tenisle ilgilenen biri değilsek Ashe’in yazdığı ilk paragraf bize biraz anlamsız gelebilir. Ziyanı yok; çünkü esas mesaj ikinci paragrafta…
Ama işte o ikinci bölümü içimize sindirerek okuduktan sonra yaşayacağımız daha ilk yıkımda, ilk yenilgide, ilk hayalkırıklığında eğer ‘Neden ben?’ diye sorarsak o zaman hakikat
YORUMLAR