Savaşkan İlmak

Savaşkan İlmak


ETKİLİ İLETİŞİMDEN SÖZ ETMEK İÇİN EN DOĞRU ZAMAN: ŞİMDİKİ ZAMAN

05 Ekim 2017 - 00:16 - Güncelleme: 28 Nisan 2020 - 09:29

Dış dünya ile aramızda güçlü, karşılıklı saygıya ve empatiye dayalı yeni köprüler kurulmasını hayal ediyoruz. Bizim tarafımızda ve dışımızdaki dünyada yaşayan sorun çözücülerin, politikacıların, diplomatların, uzlaşı eksenli sivil toplum örgütlerinin, sözü dinlenen aydınların, bilim insanlarının, sanatçıların, gençlik veya kanaat önderlerinin, âkillerin olanca yaratıcılıklarını kullanmalarını ve insanlığın saplandığı bu derin krizden fırsatlar üretmelerini bekliyoruz.

Türk, Amerikan, Rus, Alman, Hollandalı, Arap, Afgan, Fransız, İngiliz, Kürt, Ermeni, Bask, Katalan…

Geleceğe biçim verenlerin, coğrafi sınırlarla dağlanmış dünyada kendi sınırlarının çok ötesindekileri de hesaba katarak bütün bu sorunlara herkesin içine sinecek, herkesi onurlandıracak barış odaklı çözümler üretmelerini istiyoruz…

Ama kim yapacak bunu?

Böyle bir çözüm oluşturabilmek için kim(ler) kendinden vazgeçecek?

***

Zeynep Atikkan’ın Metis Yayınevi’nden çıkmış ‘Avrupa Benim - Batı Avrupa’da Aşırı Sağın Yükselişi’ adlı kitabının henüz ilk bölümünü bitirmeden farkına varıyorum ki kendi topraklarındaki ırkçı ve bilhassa İslamofobik çıkışlardan rahatsız olan kimi Avrupalı aydınlar ile Batının bugünkü politik serüveninde marjinal kalanlar -sosyalist çizginin de en ucundakiler- yukarıdaki soruları bugünün Avrupalılarına yüksek sesle sormaktalar:

Doğu-Batı arasında, son dönemde daha çok Türkiye ile ilişkilere odaklanan krizi kim çözecek?

Doğuda ve Batıda bu krizin çözümü uğruna kimler kendini feda edecek?



Yani köprülerin yakılması ve ilelebed kopuş ihtimali sadece bizi rahatsız etmiyor.

Tabii zikrettiğimiz soruları çizginin öteki yakasında, Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de, İtalya’da, Norveç’te, hâsılı bütün Batı dünyasında bugün sadece marjinallerin soruyor olması ayrıca çok mânidâr.

Batıda aşırı sağı yedeğine almış iktidarların bırakın bize hak veren çözümsel fikirler üretmeyi, devletler ve medeniyetler arasındaki gerilimden medet umuyor oluşları da en az marjinallerin uzlaşı sözcüsüne dönüşmesi kadar mânidâr bir durum.



Bu durumun tahliline elbette bir tek paragraf yetmeyecektir; ama Atikkan, kitabının en etkileyici kısımlarından birinde şunu söylüyor:

‘Avrupalı aşırı sağcı partilerin özellikle Avrupa Parlamentosu seçimlerinde elde ettikleri başarı, bu partilerin bundan böyle marjinal olarak değerlendirilemeyeceğini ve yükselişlerinin de gelip geçici sayılamayacağını gösteriyor. Bu partiler, artık Avrupa alanının siyasal yönetimleri üzerinde doğrudan söz sahibi olmaktalar. Aynı zamanda sistemli biçimde, kültür temelli bir ırkçılığa, göçmenlere yönelik eleştiriye ve de Müslüman düşmanlığına Avrupa aşırı sağcıları, öyle görünüyor ki diğer sağ ve sol eğilimli partilerin merkezde bıraktığı boşluğu doldurmaya (oradan nemalanmaya) oynuyorlar…’

***

İç politikada ya da uluslararası politikada hiç kuşkusuz herkes bir şeylerden nemalanmaya çalışır. Etik açıdan onaylanabilir bir durum olmasa da bu, politikanın doğasında var.

İçte ve dışta; geçmişte ve bugün…

Hep böyle olageldi.

Ama politik gerekçelerle birbirinden uzaklaş(tırıl)an kültür bloklarının, ulusların ve devletlerin, o ana özgü politik eğilimler popülerliğini yitirdiğinde ve diyelim ki akl-ı selim yeniden galip geldiğinde yeniden uzlaşıp kucaklaşabilmeleri için yine uluslar ve kültürler arasındaki iletişim köprülerini her koşulda, daima canlı tutmak şart!

Buna diplomatik hüner diyelim.

Bunu sanatçılar, politikacılardan daha iyi başarabilir.

Bilim insanları, bunun önemini kusursuz biçimde vurgulayabilir.

Filozoflar böyle bir ilerlemeye öncülük edebilir.

En önemlisi; Türkiye’de ve Avrupa’da gençler, böyle bir gerekliliği çok kolay anlayabilir ve bu bağlamda güçlü, interaktif, kolektif bir talep doğurabilir.

***

Geçtiğimiz yaz başında Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın gençlik kampları liderleri için Kemer’de düzenlediği beş haftalık eğitim programında ‘Etkili İletişim’ seminerleri verdim. Yirmi ayrı oturumda yurdun dört bir yanından gelmiş 700’den fazla kamp lideriyle tanıştım. Onların yarıdan fazlası üniversite mezunuydu, kalan kısmı üniversite öğrencisiydi ve istisnasız hepsi ‘gönüllüydü’.

Keza yine istisnasız her biri müthiş enerjik, kültürlü, yetenekli, etkileyici birer gençti.

Onlarla ‘iletişimin ne olduğunu, insanlar arasında -özellikle sorunların çözümü bağlamında- iletişimin nasıl en etkili biçimde kullanılabileceğini, iletişim yollarının nasıl geliştirilebileceğini, sosyal alanda iletişim temelli inovasyonun nasıl sağlanabileceğini’ konuşurken bir yandan da Doğu ile Batı arasında -diyelim ki Türkiye ile Hollanda arasında- vuku bulan, sonra bir yenisine ulanan diplomatik gerginliği düşündüm.

Bu krizlerde iletişimin -veya iletişimsizliğin- nasıl rol oynadığına kafa yordum.



Bu ‘dizi krizler’ bir gün biter. İllâki biter!

Başka bir deyişle ‘Bu da geçer ya Hû!’

Ama nasıl?

Türkiye ve İslâm karşıtı ataklar, aşırı sağı yedeğine çekmeye niyetlenmiş Avrupa hükumetleri açısından sıfır maliyetli bir propaganda aracına dönüşmüşken Türkiye, kimin katkısıyla bu krizden çıkacak?

Nasıl bir yönetimle, neyi öne çıkararak?..



Bu karmaşık sorunun çok basit yanıtını ben Antalya’da buldum.

Doğuyu ve Batıyı yönetenler de yakınlarında bir yerde mutlaka ama mutlaka dikkate değer cevaplar bulabilirler.

Yeter ki çevrelerine, çevrelerinde marjinal görünenlere, özgür düşünceli gençlere azıcık daha dikkatli baksınlar.

YORUMLAR

  • 0 Yorum