İslam'ın ilk komutanı: Abdullah bin Cahş

Eshâb-ı kiramdan olup, Peygamber efendimizin halasının oğlu. İslâm târihinde ilk ordu kumandanı olmakla meşhûrdur. Kız kardeşi hazret-i Zeyneb, Resûlullah’ın hanımıdır. Nesebi, Abdullah bin Cahş bin Ribâb bin Ya’mer el-Esedî; künyesi Ebû Muhammed’dir.

İslam'ın ilk komutanı: Abdullah bin Cahş
20 Şubat 2021 - 18:14 - Güncelleme: 20 Şubat 2021 - 19:10
İlk seriye komutanı ve peygamberin halasının oğlu!
Abdullah b. Cahş (r.a.) Milâdî 585 yılında Mekke’de dünyaya geldi. Ailesi aslen Huzeyme kabilesinden olup Mekke’de Ebû Süfyan’ın da kabilesi olan Benî Ümeyye’nin himayesine girmiştir. Abdullah (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s.)’in halası Ümeyme’nin oğludur. Kardeşi Zeyneb binti Cahş (r.a.h.) ise, Allah Rasûlü (s.a.s.)’nün hanımları arasında yer alır.
Abdullah b. Cahş (r.a.), Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in aracılığı ile iki erkek kardeşiyle birlikte İslâm’a giren ilk Müslümanlardan biridir. O, Müslüman olması sebebiyle müşrik Mekkelilerin, bilhassa bağlı bulundukları Ümeyyeoğullarının baskı ve işkencelerine maruz kalmıştır. Ancak kendisine yapılanlara karşı sabretmiş ve dininde sabit-kadem kalmıştır. Abdullah (r.a.)’ın bu hâlini, Allah Rasûlü (s.a.s.) takdir etmiş ve kendisi hakkında, “O içimizde sıkıntıya, açlığa ve susuzluğa en çok dayanan ve katlananımızdır” buyurmuştur.

Abdullah b. Cahş (r.a.) Mekke müşriklerinin Müslümanlara karşı şiddetli baskısı dayanılmaz hâle gelince, Habeşistan’a gerçekleştirilen hicretlerin ikisine de iştirak etti. Kendisiyle beraber İslâm’a giren kardeşleri Ubeydullah ile Ebû Ahmed de aileleriyle birlikte hicrete katıldılar. Habeşistan dönüşünde Mekke’de bir süre kaldıktan sonra ailesiyle birlikte Medine’ye intikal ederek çifte muhacirlik şerefine nail oldu. Allah Rasûlü (s.a.s.) Medine’ye hicretinden sonra onu, Ensâr’dan Âsım bin Sâbit (r.a.) ile din kardeşi ilân etti.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hicretten sonra Medine’den keşif görevi niyetiyle harekete geçirdiği askerî devriyelerden (seriye) birisine Abdullah b. Cahş (r.a.) komuta etmiştir. O Allah Rasûlü (s.a.s.) tarafından hicretin ikinci yılında (M. 624) Mekke-Şam arasında ticaret yapan Mekke kervanlarını murakabe ve takiple görevlendirilmiştir. Bu sefer için vazifelendirildiği zaman “Emîrü’l-Müminîn” sıfatını kazanmış, bu şekilde İslâm’da ilk tayin olunan “emir” unvanını kazanmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) askerî birliği Medine’den yola çıkarmadan önce, komutanları Abdullah b. Cahş (r.a.)’ın eline kapalı bir mektup vererek, iki gün yol aldıktan sonra mektubu açmasını ve kendisine verilen talimata göre hareket etmesini emretti. Gönderilen birlik Nahle yakınına ulaştığında mektup açıldı ve askerlerin vazifesi anlaşıldı: Onlar buradan geçen Mekke kervanlarını gözetleyecekler, ancak herhangi bir şekilde saldırı düzenlemeyeceklerdi.

Abdullah b. Cahş (r.a.)’ın seriyyesi Nahle’de konuşlanarak bölgeden gelip geçen Kureyş kervanlarını murakabe etmeye başladı. Ancak askerlerden bir kısmı kendilerine verilen emri dinlemeyip, yetkilerini aşarak kendilerine doğru gelen Kureyş kâfilesine saldırı düzenlediler. Çarpışmalar esnasında kervanda bulunan Amr b. el-Hadramî’yi öldürüp, Osman b. Abdullah ile Hakem b. Keysan adındaki iki kişiyi tutukladılar. Ticaret kervanındaki malların tamamını da ganimet alarak Medine’ye döndüler. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu gelişmeden son derece rahatsız oldu. Kendisinin haram ayda böyle bir emir vermediğini hatırlatarak, istenmeyen hadiseye sebebiyet verenleri açıkça kınadı.

Diğer taraftan kafilelerinin Müslümanların saldırısına uğradığını haber alan Mekkeliler ise, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in haram ayları dikkate almayarak kan döktüğünü söylemek suretiyle, Medineliler aleyhine yoğun bir menfî propaganda yapmaya başladılar. Allah Rasûlü (s.a.s.) ve Medine’deki Müslümanlar için büyük sıkıntıya sebep olan bu durum, kısa bir süre sonra nâzil olan ayetlerle vuzuha kavuşturulmuştur:

“Haram ayda savaşın hükmü nedir diye soruyorlar. De ki, o ayda savaş yapmak büyük günahtır. Fakat küfür ve inkârla insanları Allah yolundan çevirmek, Mescid-i Haram’da tavaf ve namazdan alıkoymak, peygamberi ve ashabını Mekke’den çıkarmak Allah katında daha büyük bir günahtır. Allah’a ortak koşmak fitnesi, Müslümanların haram ayda yaptıkları savaştan da beterdir.” (Bakara, 217)

Olayla ilgili olarak bu ayetin nazil olması üzerine Allah Rasûlü (s.a.s.) söz konusu seriyyenin Medine’ye getirdiği ve kendisine ulaştırdığı ganimeti teslim alarak hak sahiplerine dağıttı. Bu esnada askerler tarafından ele geçirilmiş bulunan Kureyş esirlerini de fidye karşılığında serbest bırakma kararı aldı. Medine’deki Müslümanlar Abdullah b. Cahş (r.a.)’ın komutasında gerçekleştirilen bu faaliyet neticesinde ilk ganimet ve ilk esirleri de ele geçirmiş oldular. Bu seriyyenin sebep olduğu hadise, aynı zamanda Mekke müşriklerinin Medine’deki Müslümanlar üzerine Bedir’de gerçekleştirecekleri saldırının da en mühim gerekçelerinden biri olmuştur.

Bedir savaşı, Mekke müşrikleri ile Müslümanların askerî anlamda ilk karşılaşmalarıdır. Bu savaşın ilk gerekçesi Abdullah b. Cahş (r.a.) komutasındaki seriyyenin Kureyş kervanına hücum etmesi sonucunda öldürülen Amr b. el-Hadramî’nin intikamının alınması, diğeri ise Şam’dan dönen Mekke kervanının Müslümanların eline geçme ihtimalidir. Ancak savaşın asıl sebebi Kureyş müşriklerinin Müslümanlara karşı besledikleri düşmanlıkları ve onların Medine’deki Müslüman birliğini topyekün yok etme niyetleridir.

Öldürülen kardeşlerinin intikamını almak isteyen Ebu Cehil liderliğindeki mağrur Mekke müşrikleri, Bedir’de gerçekleşen ilk muharebeden Müslümanları yok etmek bir tarafa, ummadıkları büyük bir hezimetle karşılaştılar. Nitekim şehrin kabile reislerinin neredeyse tamamı çarpışmalar esnasında öldürüldü. Savaş esnasında Müslüman ordusu içerisinde yer alan Abdullah b. Cahş (r.a.) savaşta en ön saflarda mücadele etti. Zira onun en büyük arzusu düşmanlarla savaşırken şehit olmaktı. Ancak bu ilk karşılaşmada hedefine ulaşamamıştır. Savaştan sonra müşriklerden ele geçirilen esirlere nasıl muamele yapılacağı konusunda Allah Rasûlü (s.a.s.)’nün kendileriyle istişare yaptığı şahıslar Hz. Ebû Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.) ve Abdullah b. Cahş’tır.

Abdullah b. Cahş (r.a.) hicretin üçüncü yılına (M. 625) tesadüf eden Uhud savaşına katılarak burada pek çok kahramanlık örneği sergilemiştir. Bu sebepledir ki, ashap kendisine “El-Mücâhidü fillah” = Allah yolunun mücahidi” adını vermiştir. Uhud savaşında onunla birlikte çarpışan Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a.)’ın bildirdiğine göre, Abdullah b. Cahş (r.a.) savaştan önce, cihadın hakkını vermek ve sonra şehit düşmek için dua etmiştir.

Uhud savaşının sona ermesinden sonra Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a.), Abdullah b. Cahş (r.a.)’ın savaştan önce yapmış olduğu duayı ve ardından şehit olması hadisesini Allah Rasûlü (s.a.s.)’ne aktarmış, o da Abdullah’ın (r.a.) dünyadaki duasının kabul edildiğini, onun ahirette de istediğine kavuşacağını bildirmiştir.

Hazret-i Abdullah bin Cahş, Bedr ve Uhud savaşına iştirak ederek büyük kahramanlıklar gösterip destanlaştı. Uhud harbinde düşman saflarını darmadağın etti ve bu muharebede gösterdiği kahramanlığın mükâfatı olarak, şehâdet mertebesine ulaştı. Şehîd olduğunda 40 yaşlarında idi.

KABUL OLAN DUA
Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Uhud harbinde hazret-i Abdullah bin Çahş ile arasında geçen konuşmayı şöyle anlattı: “Uhud’da, savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı. Birdenbire yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekip şunları söyledi: “Şimdi burada sen dua et, ben “âmîn” diyeyim Ben dua edince, sen de “âmîn” de!” Bende; “Peki” dedim. Ben şöyle dua ettim: “Allah’ım! Bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder. Onlarla kıyasıya vuruşayım.

Hepsini öldüreyim. Gazi olarak, geri döneyim.” Benim yaptığım bu duaya bütün kalbiyle “âmin” dedi. Sonra kendisi dua etmeye başladı; “Allah’ım, bana zorlu kâfirler gönder, kıyasıya onlarla vuruşayım. Cihâdın hakkını vereyim. Hepsini öldüreyim. En sonunda bir tanesi de beni şehid etsin. Sonra benim dudaklarımı burnumu, kulaklarımı kessin. Ben kanlar içinde senin huzuruna geleyim.

Sen bana; “Abdullah, dudaklarını, burnunu, kulaklarını ne yaptın?” diye sorduğunda, “Allah’ım, ben onlarla, çok kusur işledim, yerinde kullanamadım. Senin huturuna getirmeye utandım. Sevgili Peygamberimin de bulunduğu bir savaşta, toza toprağa bulandım ve öyle geldim diyeyim” dedi. Gönlüm böyle bir duaya “âmin” demeyi istemiyordu. Fakat o istediği ve önceden söz verdiğim için mecburen “âmîn” dedim. Daha sonra, kılıçlarımızı çektik, sa vaşa devam ettik, ikimiz de önümüze geleni öldürüyorduk. O, son derece bahâdırâne harbediyor, düşman saflarını tarumar ediyordu.

Düşmana üst üst hücûm ediyor, şehid olmak için bitmez bir aşkla tekrar tekrar ileri atılıyordu. “Allah Allah!” diye çarpışırken kılıcı kırıldı. O anda sevgili Peygamberimiz ona bir hurma dalı uzatarak, savaşa devâm etmesini buyurdu. Bu dal bir mucize olarak kılıç olmuştu. Tekrar önüne gelen her kâfiri kesmeye başladı. Bir çok düşman öldürdü. Savaşın sonuna doğru, Ebü’l-Hakem isminde bir müşrikin attığı oklarla arzu ettiği şehâdete kavuştu. Şehîd olunca, kâfirler, bu mübarek şehidin, cesedine hücûm ederek; burnunu, dudaklarını ve kulaklarını kestiler. Her tarafı kana boyandı. Muharebe bittikten sonra, hazret-i Abdullah bin Cahş’ı ve dayısı Seyyidüşşühedâ yâni şehidlerin efendisi olan hazret-i Hamza’yı aynı kabre defnettik.”


 

YORUMLAR

  • 0 Yorum