OKUL YÖNETMEKLE BASKETBOL TAKIMI YÖNETMEK, BİRBİRİNE NE KADAR BENZER?

Savaşkan İlmak
ABONE OL

57 yaşındaki Sırp kökenli Basketbol koçu Zeljko Obradovic, hiç kuşkusuz Jupp Derwall ile Gordon Milne’in Galatasaray’da, Beşiktaş’ta ve Türk futbolunda başardığını basketbolda başardı; Fenerbahçe basketbol takımının yazgısını da Türk basketbol tarihini de değiştiren koç oldu.

Fyodor Dostoyevsky ve Bob Dylan’ı yaşam felsefesinin baş köşesine oturtan edebiyat meraklısı spor adamı Obradovic, tümüyle farklı spor kültürlerine sahip Asyalı, Avrupalı, Amerikalı, Afrikalı, Avustralyalı oyuncuları aynı ideal etrafında kusursuz biçimde kenetleyebilmesiyle ünlendi.

Dünya basketbol tarihinde bunu başarabilmiş koçların çoğu NBA patentlidir; Obradovic ise bu başarıyı Atlantik kıyısından 8000 kilometre uzakta, İstanbul’da başardı.

Onun akıl almaz biçimde güdülediği, egolarını ustaca törpülediği, yeteneklerini köreltmeden her birini bütün bireylerden daha mükemmel olan ve tıkır tıkır çalışan bir makinanın dişlilerine dönüştürdüğü yıldız oyuncular, sayısız şampiyonluk ve kupa kazanmaktan daha önemli bir başarı elde ettiler:

Kendilerini aştılar…

Hepsinin toplamı belki 25 milyon Euro’ydu; ama onlar 25 milyon Euro’nun kat be kat üzerinde, paha biçilemez bir takıma dönüştüler.

‘Ben hâlâ başarıya açım. Sahada yatıp kalkıyorum. Sabah saat 9’da ofisime gidip akşam 22’de evime dönüyorum. Türk, ABD’li, Sırp olması fark etmez; kim basketbolu daha çok seviyorsa ben onu oynatırım’ diyen adaletli koçun oyuncularıydı onlar.

Kendilerini aşmanın dışında ne mi yaptılar?

Bizzat Obradovic’in 100’ün üzerindeki basın toplantısında, parça parça betimlediği şekliyle:

·Tarihi değiştiren takımın oyuncuları basketbol geleneğini çok doğru okudular.

·O geleneğin hangi taraflarına, niye başkaldıracaklarını ise doğru hesapladılar.

·Önce iyi örnekler oluşturdular, sonra bunları uyumlu parçalara dönüştürüp büyük bir bütün yarattılar. Voltran gibi…

·Zamanında yerine getirilmeyen sorumluluğun, aslında hiç yerine getirilmemiş sorumluluk olduğunu kabul ettiler; gereğini yaptılar.

·Dakik olmaktan asla ödün vermediler.

·Birbirlerine öğrettiler; birbirlerinden öğrenmekten rahatsızlık duymadılar. Bu kendi gelişimlerinin sırrıydı.

·Birbirlerinin açığını kapatmak için yarıştılar; asla bir takım arkadaşlarının geride kalmasına razı olmadılar.

·Bir makroplanımız vardı ve oyuncular, bu plana sadık kaldılar.

·Sonra adım adım kendi geleneklerini oluşturdular.

·Ama hemen ardından kendi geleneklerinin de hangi tarafına, niye başkaldıracaklarını da iyi bildiler.

·Ve reaksiyon tekrar başladı.

·Sabırla yeniden yaşadılar…

·Hiçbir şey başarmadıklarını varsaydılar…

·Sabırla yeniden yaşadılar…

·Yeniden…

·Sonra bir kere daha, ‘yeniden ve yeniden’…



Doyumsuzlukla değil, hep var olmakla ve her gün gelişmekle ilgili bir tarif…

Bu harikulade tarif edişten sonra Obradovic’in neden Fyodor Dostoyevsky ve Bob Dylan’ı yaşam felsefesinin baş köşesine oturttuğunu anlamak daha da kolaylaşıyor.

Keza; Fenerbahçe basketbol takımının 2010’dan sonraki ulusal lig şampiyonluklarının yarısını kazandıktan sonra yükselişini ‘yeniden ve yeniden’ sürdürerek 2016-2017 sezonunda ‘Euroleague Şampiyonu’ olmasını hazırlayan felsefeyi anlamak da bu tarifi okuyunca kolaylaşıyor…

***

Obradovic’in tarifi, eminim ki farklı sektörlerde çalışan ve gelişimin sürdürülebilirliği üzerine kafa yoran profesyonelleri tahrik etmiştir.

Doktorları hastaneler hakkında…

Mühendisleri fabrikalar, yollar, yapılar hakkında…

Öğretmenleri okullar hakkında düşündürmüştür bu tarif.

Genel anlamda eğitimin geleceğine, özel anlamda ise yönetim takımında yer aldığı okulun geleceğine ve gelişimine odaklanmış bir profesyonel olarak ben de öğretmen meslektaşlarım gibi Obradovic’in tarifinde gizli olan takım ruhunu ve bu ruhun insanları değiştirme gücünü düşünüyorum:

Okul yönetmekle bir basketbol takımını yönetmek, birbirine ne kadar benzer?

Kuşku duymaksızın yanıtlıyorum.

Bu ikisi birbirine çok benzer!

Peki Obradovic’in bir basketbol takımının normal düzeyden kıta şampiyonluğuna uzayan değişim sürecini özetleyen tarifi, bir okuldaki öğretmen topluluğunun eğitimin evrensel prensipleri doğrultusunda kendi okullarını harekete geçirme süreçlerine nasıl uyarlanır?

Daha kısası: Nasıl öğretmen takımları oluşturursak okullar amaçlarına daha çok ulaşır?

Bunu yanıtlamayı -daha doğrusu Obradovic’in basketbol takımı tarifinin okul uyarlamasını- bir deneyelim:

Okulun gelişimine odaklanmış bir öğretmen topluluğu,

·Eğitim geleneğini çok doğru okur; doğruları ayıklar,

·O geleneğin hangi taraflarına, niye itiraz edeceğini, neyi-niye değiştireceğini doğru hesaplar,

·Bu topluluk, önce iyi örnekler oluşturur, sonra bu örnekleri uyumlu parçalara dönüştürüp bir bütün yaratır,

·Zamanında yerine getirilmeyen sorumluluğun, aslında hiç yerine getirilmemiş sorumluluk olduğunu kabul eder; gereğini yapar,

·Dakik olmaktan ödün vermez,

·Bu topluluğun mensupları -ya da bu takımın oyuncuları- birbirlerinden öğrenmekten rahatsızlık duymazlar,

·Birbirlerinin açığını kapatmak için yarışırlar; asla bir takım arkadaşlarının geride kalmasına razı olmazlar,

·Bir makroplanları vardır ve onlar, bu plana sadık kalırlar,

·Sonra adım adım kendi geleneklerini oluştururlar,

·Ama hemen ardından kendi geleneklerinin de hangi tarafına, niye inkılâpçı bir yaklaşımla itiraz dokunacaklarını da iyi bilirler,

·Ve reaksiyonu tekrar başlatırlar,

·bütün süreci sabırla yeniden yaşarlar…

·Hiçbir şey başarmadıklarını varsayarlar…

·Tevazu ve sabır içinde bütün süreci yeniden yaşarlar…

·Yeniden…

·Sonra bir kere daha, ‘yeniden ve yeniden’…



Türkiye’nin en başarılı okul spor kulüplerinden birinin, TED Mersin Koleji Spor Kulübü Basketbol Şubesi’nin değerli koçu İlker Eryiğit, bu düşünce-eylem dizisine kusursuz bir ekleme yapıyor:

‘Kriz yönetimi…’ diyor ve devam ediyor ‘İyi takımlar da iyi okullar da gerçek yüzleşmeyi kriz anında, kriz yönetimi becerisiyle yaşarlar. Kriz -ya da daha soft anlamıyla sorun- anında kararları korkmadan alırlar ve inanarak uygularlar.’

Harika bir ekleme bu…

Bütün bunlar, rekabetle, başka okulları veya meslektaşları geçmekle, bir yarışla ya da doyumsuzlukla ilgili değildir.

İnanmakla ilgilidir.

Adanmış olmakla ilgilidir.

Hep var olmakla ve her gün bir parça daha gelişmekle ilgilidir.

Çocukların, gençlerin, ülkenin, dünyanın, insanlığın daha iyiye doğru adım adım evrilmesiyle ilgilidir bunlar.