Türkiye Cumhuriyeti'nin 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel (1 Kasım 1924 - 17 Haziran 2015)

ABONE OL

Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, Çoban Sülü'den Türkiye'nin Babası'na dönüşen 91 senelik yaşamı... 40 yılı aşkın siyasi hayatında kendi deyimiyle "altı kez gittiği başbakanlığa yedi kez gelen" parti lideri, Devlet Su İşleri'nin "barajlar kralı" ve ''çoban sülü'' lakaplı inşaat mühendisi genel müdürü, Türk siyasetinin fötr şapkalı "baba"sı Süleyman Demirel, 91 yaşında hayatını kaybetti.

Çocukluk yıllarında çobanlık yaptığı için "Çoban Sülü" olarak da anılan "Türkiye'nin babası" Demirel, 50'den fazla üniversiteden fahri doktora aldı, yabancı ülkelerin devlet nişanlarına layık görüldü. Memleketi Isparta'da adını taşıyan Süleyman Demirel Üniversitesi kuruldu, Isparta'daki havalimanına ve Türkiye'nin farklı yerlerindeki pek çok okula adı verildi.

Demirel, Türkiye'nin en genç genel müdürü, en genç başbakanı, İsmet İnönü ve Recep Tayyip Erdoğan'dan sonra en uzun süre başbakanlık yapan siyasetçisi oldu. Demirel, altı dönem Isparta milletvekilliği yaptı, yedi yıl yasaklı kaldı, yedi kez hükümet kurdu.


Tam adı: Sami Süleyman Gündoğdu Demirel / Süleyman Demirel
Doğum tarihi: 1 Kasım 1924
Doğum yeri: Isparta, İslamköy / Türkiye
Boyu: 1,70 m
Ailesi: Ummuhan Demirel – Yahya Demirel
Eşi: Nazmiye Demirel
Çocuk (ları): Ali Çetin Şener (Manevi oğlu)
Mesleği: Siyasetçi, mühendis, devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı
Aktif Yılları: 1965 – 2015

Süleyman Demirel kimdir? Süleyman Demirel, 1924 yılında Isparta İslamköy’de dünyaya geldi. İlkokulu bu köyde okudu. Ortaokulu Isparta, liseyi ise Afyon’da bitirdi.
Üniversite eğitimi almak için İstanbul’a gitti. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği bölümünde okudu. 40 yıllık siyasi hayatı boyunca birçok olaya denk geldi.
Hem başbakanlık hem de cumhurbaşkanlığı yapan Demirel, 1948 yılında Nazmiye Şener ile evlendi. Bir dönem elektrik idaresinde işe girdi.


Daha sonra araştırma yapmak üzere ABD’ye gönderildi. 1953  yılında Seyhan Barajı inşaatında görevlendirildi. Proje mühendisliği görevindeyken Adnan Menderes’in ilgisini çekti. Hem projesindeki başarısı hem de çalışkanlığı sayesinde Barajlar Dairesi Başkanlığı’na atandı. 1 yıl sonra ise Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü’nde göreve başladı.

Adnan Menderes bir gün toplantıdayken Süleyman Demirel’i göstererek “Bu çocuğa çok dikkat edin. Çünkü o gelecekte başbakan olacak” diyerek öngörüde bulunmuştur. 1962 senesi siyasi kariyerine girişin ilk adımıdır. O yıllarda Adnan Menderes’i haklı çıkararak Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi olarak kendini göstermeye başladı.



Demirel, siyasete profesyonel ilk adımını 1962’de, Adalet Partisi’ne (AP) katılarak attı. Aynı yıl düzenlenen I. Kongre’de Genel İdare Kurulu’na seçilmişti. İlk adımının etkileri uzun sürmedi. AP’liler, af kampanyası ile Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 22 Mart 1963’te şartlı olarak serbest bırakılmıştı. Hemen ardından meydana gelen olaylarda AP Genel Merkezi de saldırıya uğradı. Demirel de bu olay üzerine aktif siyasi yaşamında geri çekildi. Bu durum da uzun sürmeyecekti. Ancak bu tavrı hiç unutulmayacak ve yıllar sonra parti içindeki muhalifler bu durumu aleyhinde propagandaya dönüştürecekti. Demirel hakkında söylemleri ise şöyleydi:

“Şapkasını alıp kaçtı!”
Demirel, 1964 Haziran’ında AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın ani ölümünün ardından gözlenen parti içi bunalım sırasında siyasete geri döndü. Dönüşü muhteşem olmuştu. Çünkü Demirel, 28 Kasım 1964’te yapılan AP Genel Kongresi’nde Ali Fuat Başgil, Sadettin Bilgiç ve Tekin Arıburun ile yarıştığı seçimde, geçerli 1679 oydan 1072’sini alarak partiye genel başkan seçildi.

İsmet İnönü Hükümeti’nin düşürülmesinin ardından Şubat 1965’te Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında kurulan 29. Türkiye Cumhuriyeti Koalisyon Hükümeti’ne TBMM dışından Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak görevlendirildi. AP ile birlikte Millet Partisi (MP), Yeni Türkiye Partisi (YTP) ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) de bu koalisyona katılmıştı.

Siyasette başarılı adımlar atmaya başlayan Demirel’in babası Hacı Yahya Bey de aynı yıl memleketlerine, İslamköy Belediyesi’ne başkan seçildi. Şimdi baba oğul siyasi yaşamın bir parçasıydılar…



Türkiye’nin 12. Başbakanı Süleyman Demirel
1965 Genel Seçimleri’ne geldiğimizde, YTP’nin silinmesinin ardından AP, DP çizgisinin tek mirasçısı konumuna gelmişti. Ve Adalet Partisi yüzde 52,8 oy alarak tek başına iktidar oldu. Demirel de bu seçim sonuçlarına göre Isparta Milletvekili olarak ilk kez TBMM’ye girdi.
Demirel 27 Ekim 1965’te, 27 Mayıs 1960’ta gerçekleşen ve Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ilk askeri darbe sonrasında ilk koalisyonsuz hükümeti, 30. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni kurdu. Ve evet, Adnan Menderes’in de öngördüğü gibi Demirel, Türkiye’nin 12. Başbakanı oldu…



Demirel; İsmet İnönü ve Ragıp Gümüşpala gibi Türk Kurtuluş Savaşı kahramanlarının yavaş yavaş siyasetten çekildiği bu dönemde, 1920’lerde dünyaya gelmiş ‘Cumhuriyet Kuşağı’ olarak adlandırılan siyasetçilerin ilk örneklerinden biriydi. Başında şapkası, şahsına münhasır tavırları ve konuşması ile hep dikkat çekti.
1965 senesinin 10 Ekim tarihinde yapılan genel seçimlerde tek başına iktidar oldu. Bu seçimlerde %52 oy aldı. 41 yaşına geldiğinde ise başbakan olarak seçildi. Demirel, siyasetin babası olarak anıldı.



İkinci hükümete giden zor yollar
Demirel, 1965-1971 yılları arasında Başbakan idi. Bu süreçte Boğaziçi Köprüsü, Keban Barajı, Ereğli Demir Çelik İşletmeleri gibi büyük yatırımlar yapıldı. Ve bu dönemde Türkiye’nin enflasyon oranı yüzde 5 iken, kalkınma hızı yüzde 7’ydi. Bu iyi bir orandı. Öyle ki bu kalkınma hızı petrol ülkeleri dışında, Japonya’dan sonra dünyanın ikinci yüksek kalkınma hızıydı. Bu iyi gelişmeler dahi AP iktidarının, toplumun aydın kesimi ve özellikle öğrenci örgütleri tarafından, DP iktidarının 27 Mayıs sonrası devamı olarak görülmesine engel olamıyordu…

1961 Anayasası’nın sağladığı bazı temel haklar ve bunların kullanılması, tepkilerin artmasına sebep olmuştu. 27 Mayıs öncesi yaşanan gençlik protestolarının aynısını şimdi AP iktidarı da yaşıyordu. Üniversite gençliğini etkileyen bir diğer etmen ise, 1968’de Avrupa ve Amerika’da yaygınlaşan gençlik hareketleriydi. Sosyalist düşünce yeni yeni bağ kurdukları şu dönemde, Türkiye’deki ilk önemli öğrenci eylemi Haziran 1968’de, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde boykotla baş gösterdi. Ardından başka üniversiteler ve fakülteler de geldi. Başta akademik amaçla başlayan bu eylemler, her gün biraz daha siyasileşti ve bu durum, AP iktidarını oldukça tedirgin ediyordu. Olmalılardı da. Çünkü sonunda sağ ve sol görüşlü öğrenci grupları daha sert çatışmaya başladı; kan dökülüyordu.

AP’nin huzursuzluğu, onu DP’nin bir uzantısı olarak gören TSK içinde ses getirmeye başladı ve ardından askeri müdahale söylentileri de yayıldı. Kuvvet Komutanları, Hükümet Başkanı Demirel’e ülkenin içinde bulunduğu durumu konu alan mektuplar gönderiyordu ve bunlar artık sıradan gelişmelerdi…

Sonra daha büyük adımlar atmaya karar verildi. 1969’da, 27 Mayıs’ın ardından 1961 Anayasası’ndaki 68. madde ile DP’ye getirilen siyaset yasağının kaldırılması için İsmet İnönü ve Celal Bayar karşılıklı olarak, Mayıs ve Haziran aylarında tarihi ziyaretlerde bulundular. Bu ziyaretlerin ardından, TBMM,  Anayasada değişiklik için CHP’nin de desteğini alan AP’nin önerisini onayladı.

Ancak bu kez de TSK bu gelişmeleri 27 Mayıs’ın restorasyonu olarak okumuştu. TSK’nın gösterdiği tepkinin ardından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da Anayasa değişikliğine karşı tavır aldı. Buna karşın AP de, Anayasa değişikliği konusunu  12 Ekim 1969’da gerçekleşecek seçimler öncesinde bir gerginlik oluşturmasın diye Cumhuriyet Senatosu’nda görüşülmesini, seçim sonrasına bırakmaya karar verdi.

Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy ve eski DP’li bakanlardan Samet Ağaoğlu’nun eşi AP Manisa Milletvekili Neriman Ağaoğlu, AP’nin af konusunda tutum değiştirmesinin parlamentonun itibarının zedelenmesine sebep olduğunu düşünüyordu. Bunun için 31 Temmuz 1969’da, partilerinden ve görevlerinden istifa ettiler. Bu durum, eski DP’lilerin, Ap’liler ile ihtilaf içinde olduklarının su yüzüne çıkması şeklinde yorumlandı…

Seçimlere çok az bir zaman kalmıştı ve gerginlikler durulmuyordu. 12 Ekim 1969’da gerçekleşen Genel Seçimler’de AP, adlığı yüzde 47’lik oy ile yine tek başına iktidar oldu. Demirel, 3 Kasım 1969’da resmen ikinci hükümetinin kurdu…



Başbakanlıktan istifa etti
Evet, halk desteğini göstermişti. Ancak bu durum AP’nin bölünmesine engel olamadı. Demirel, parti dışından gelen eleştirilere ne kadar hoşgörülü olsa da, parti içinde başlayan muhalefete karşı kayıtsız kalamadı. Ülkede her gün biraz daha artan toplumsal, siyasi ve iktisadi karışıklıklara son verilmesi, kendisine bağlı Yeminliler hizbindeki kişilerin kayırılması, eski DP mensuplarının siyasi haklarının  iadesi sorununun çözülmesi gibi istekleri dile getiren milletvekilleri, AP’den çıkarıldı. Her şey bıçak kadar keskindi.

Ancak yine de 12 Ocak 1970’te, 72 AP’li senatör ve milletvekili, Demirel’e aynı istekleri içeren bir muhtıra verdi. Demirel’in tepkisi ise, ‘Biz muhtıra ile iş görmeyiz!’ oldu. İsteklerin görmezden gelindiği bu sert tepki karşısında 11 Şubat’ta, Faruk Sükan ve Saadettin Bilgiç’in başı çektiği 41 milletvekili, CHP ve diğer muhalefet partileri ile birlikte bütçe görüşmelerinde ret oyu vererek Demirel’i istifaya çağırdılar. 41 milletvekili karşı oyu ile bütçe, 214 kabul oyuna karşılık toplamda 224 ret oyu ile güvenoyu alamadı. Demirel ise, ertesi gün Başbakanlıktan istifasını açıkladı.

Yaşananların ardından Celal Bayar çevresindeki AP milletvekilleri istifa ederek Demokrat Parti’nin gerçek mirasçısı olma savı ile Demokratik Parti’yi kurdu. Yine aynı dönemde AP’nin İslamcı kanadının önemli bir kısmı ayrılıp Necmettin Erbakan’ın kurduğu Milli Nizam Partisi’ne katıldı. Ap’nin günden güne bu kopuşu, hükümetin zayıflığından yakınanları da haklı çıkarıyordu…

Demirel ise, stratejisinde ilerledi ve Mart 1970’te yeni bir hükümet kurarak yapılan 5. Kongre’de tekrar Genel Başkan seçildi.

1969 senesinde genel seçimlerde %48 oy aldı. Yine tek başına başkan olsa da bu defa görevi uzun sürmedi ve 1971 senesinde görevi bırakmak zorunda kaldı.



12 Mart muhtırası
Bir başka sorun da haşhaştı; evet, haşhaş. 1970’te, Richard Nixon yönetimindeki Amerika, Demirel’den haşhaş üretiminin yasaklanmasını istemişti. Ancak Demirel bu talebi kabul etmedi ve zaten yolunda gitmeyen Türkiye-Amerika ilişkileri daha da gerildi. Haşhaş, 12 Mart’ı tetikleyen temel sebeplerden biri olmuştu.

Ve konu yine anayasaya geldi. iktisadi durum bozulmuş, 15-16 Haziran 1970 Olayları olarak kayda geçecek Türkiye tarihindeki en büyük işçi eylemlerinden biri gerçekleşmiş, 10 Ağustos 1970’e geldiğimizde Türk Lirası’nın değeri yüzde 66 oranına düşürülmüştü. 68’deki öğrenci olayları ve grevler de cabasıydı. Demirel, 1961 Anayasası’nı suçluyor ve bu anayasa ile ülkenin yönetilemeyeceğini savunuyordu.

Ardından Milli Demokratik Devrimciler bu konu üzerine de yoğunlaştı ve 9 Mart darbe teşebbüsüne (1971) kalkıştı. Bunun üzerine hükümet, 12 Mart muhtırası ile istifaya zorlandı ve Demirel, aynı gün istifasını verdi. Ve Nihat Erim hükümeti kuruldu.

Demirel’in Anayasa’da istediği değişiklikler 12 Mart döneminde hayata geçirilmişti…



I. Milliyetçi Cephe Hükümeti
14 Ekim 1973 Genel Seçimleri’nde Demirel, siyasi rakibi Bülent Ecevit ile karşı karşıyaydı. Ecevit liderliğindeki CHP, AP’den daha çok oy almıştı. AP, oylarındaki yüzde 17’lik gerileme ile 11 yıldan sonra ilk kez ikinci parti konumuna düştü. Bunun ardında Ecevit’in popülaritesi ve AP içindeki bölünmeler vardı.

Seçimlerden sonra kurulan CHP-MSP koalisyonu Kıbrıs Barış Harekatı’nı gerçekleştirmişti. Ancak yine de Kıbrıs başta olmak üzere birçok konuda kendi içinde anlaşmazlıktaydı. Başbakan Ecevit, erken seçime gitme stratejisiyle 18 Eylül 1974’te istifa etti. Ancak amacına ulaşamadığı gibi Mart 1975’e dek 200’ü aşkın gün süren bir hükümet krizine de neden olmuştu. Sonunda 31 Mart 1975’te, güvenoyu alamayan Sadi Irmak hükümetinin ardından AP Genel Başkanı Demirel’in başkanlık ettiği, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP), Milli Selamet Partisi’nden (MSP) oluşan koalisyon hükümeti kuruldu. Sol güruha karşı neredeyse bütün sağ partileri bir arada olduğu Demirel Hükümeti, ‘I. Milliyetçi Cephe Hükümeti’ olarak anıldı…

Demirel, 4 yıl aradan sonra Başbakanlık koltuğuna tekrar oturmuştu. Bu dönem, ülkede yeniden terör olayları yaşandı ve toplumsal hareketlerin baş gösterdi. Ayrıca dış ödemeler ve hızlı enflasyondan kaynaklanan bir ekonomik bunalım da söz konusuydu…



II. Milliyetçi Cephe Hükümeti
1977 Seçimleri’ne geldiğimizde AP, aldığı yüzde 36,9 oy ile yüzde 41,4 oy oranına sahip CHP’den sonra ikinci parti olabilmişti. Seçim sonrasında kurulan Ecevit Hükümeti, güvenoyu alamayınca bu kez MSP ve MHP’nin katılımıyla oluşan II. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin Başbakanı oldu.

Bu hükümet, 31 Aralık 1977’de, Güneş Motel Olayı adı ile anılan operasyonla CHP’nin AP’den seçilmiş 13 milletvekilini bakanlık vaadiyle transfer etmesi üzerine, CHP’nin gensoru önerisiyle düşürüldü. 1978 başlarken, Ecevit tek başına iktidar oldu. Ve evet, AP’den transfer edilen milletvekillerinin çoğuna da bakanlık verildi.

Demirel çok kızgındı. CHP ağırlıklı hükümet ile iletişimi reddetmiş, Ecevit’e karşı hırçın bir muhalefete girişmişti. Öyle ki Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e, 21 Şubat 1979’da, sıkıyönetimin uzatılmasına karşı olduklarını açıkladı.

Ülkede yaşanan pek çok olumsuz olay, Ecevit iktidarının halkın güvenini kaybetmesine sebep olmuştu. Devrimci grupların boykotunun da etkisiyle 14 Ekim Ara Seçimleri’nde oy kaybeden CHP, iktidardan çekildi. AP ise, büyük bir farkla seçimi kazanmıştı. Demirel, bu kez Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin olumsuzlukları gölgesinde olmak istemedi ve dışarıdan desteklenen bir azınlık hükümeti kurdu.

6. Demirel Hükümeti ile Demirel, MHP ve MSP’nin desteğiyle Kasım 1979’da tekrar Başbakan oldu ve 12 Eylül 1980’e kadar görevinin başındaydı…



12 Eylül 1980 ve DYP Genel Başkanlığı
Demirel’in başbakanlığı, 12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbe ile sona erdi. 13 Eylü-11 Ekim arasında Gelibolu, Hamzakoy’da gözetim altındaydı. Demirel, 16 Ekim 1981’de partisi kapatılana dek başkanlığa devam etti. 1982 Anayasası’nın geçici 4. Maddesi ile de 10 yıl siyaset yasağına alındı.

Siyasetten yasaklıydı; ama partisinin eski yöneticileri bağlantısını kesmedi. Mayıs 1983’te, siyasi partilerin kurulmasına çıkan iznin ardından 20 Mayıs’ta AP’nin devamı olarak Büyük Türkiye Partisi (BTP) kuruldu. Ancak Milli Güvenlik Konseyi tarafından AP’nin devamı olduğu gerekçesiyle 31 Mayıs’ta kapatıldı. Demirel de siyaset yasağını çiğnediği gerekçesiyle Çanakkale, Zincirbozan’da 4 ay zorunlu ikamete gönderildi.

6 Eylül 1987’de Demirel’in yasağı halk oylaması ile kaldırıldı. Kurulduğu dönemde desteklediği Doğru Yol Partisi’nin (DYP) o dönemdeki genel başkanı Hüsamettin Cindoruk, istifa etmişti. Demirel, 24 Eylül’de DYP Genel Başkanlığı’na seçildi.

Demirel, siyasete attığı ilk adımdan başlamış gibiydi. 29 Kasım 1987 Seçimleri’nde Isparta’dan milletvekili seçildi ve tekrar meclise girdi. 1988 ve 1990 büyük kongrelerinde yeniden DYP Genel Başkanı idi. Bu dönemde 24 Ocak Karaları’nı beraber hazırladıkları Turgut Özal’a karşı sert bir muhalefet sürdürüyordu…



Yeniden ve son kez Başbakan
20 Ekim 1991 Genel Seçimleri’nde DYP, oyların yüzde 27’sini alarak 178 milletvekili çıkardı ver meclisteki birinci parti oldu. Demirel de, hükümet kurması için görevlendirildi ve 20 Kasım’da, Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ile bir koalisyon hükümeti kurdular.

Bu dönemde siyasetin gündeminde Demirel ile Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın arasındaki yetki çatışması vardı. Parlamenter sistemde, Cumhurbaşkanı’nın konumuyla ilgili bir sistem tartışması söz konusuydu.

Hükümetin attığı en önemli adımlar şöyleydi: ‘Kürt realitesinin tanındığı’ açıklandı, 27 Mayıs’tan sonra kapatılan DP ile 12 Eylül’den sonra kapatılan partilerin açılması ve sendikal özgürlüklerle ilgili bazı uluslararası sözleşmelerin onaylanması, Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu’nun yeniden düzenlenmesi…

Demirel başkanlığındaki koalisyon hükümeti, enflasyon konusunda söz verdiği başarıyı gösterememişti. Ancak bununla birlikte ekonomik büyümeyi canlandırmakta başarılıydı. 1992’de ‘Yeşil Kart’ uygulaması başlatıldı. Sosyal güvencesi olmayan vatandaşların sağlık giderlerini karşılanacaktı.

Buna benzer başka adımlar da atan hükümet, büyük şehirlerdeki aşırı sol terör eylemlerinin de denetim altına alınmasında ilerleme kaydetmişti. Ancak öte yandan da gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1973’te bombalı bir suikast ile öldürülmesi sonucunda, kendini de bir sınanmanın ortasında bulmuştu.



Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 17 Nisan 1993’te, kalp ve koroner yetmezliğine bağlı tansiyon düşmesi sebebiyle yaşamını yitirdi. Bu ani ölümün ardından Demirel, 4 Mayıs’ta, Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını açıkladı. Demirel, 8 Mayıs’ta meclisteki seçimin ilk turunda 234 oyla yeterli çoğunluğa ulaşamadı. İkinci turda da 225 oy aldı. 16 Mayıs’ta düzenlenen üçüncü turda koalisyon ortağı MHP ve SHP’nin de desteği ile 244 oy alarak Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı oldu.

Demirel, 18 Mayıs 1996’da, İzmit’te katıldığı bir alışveriş merkezinin temel atma töreninde İbrahim Gümrükçüoğlu adlı bir eylemcinin suikast girişiminden yara almadan kurtuldu. Koruma Müdürü Şükrü Çukurlu kolundan yaralanırken bir gazeteci de ayağından yaralandı.

28 Şubat Süreci’ne geldiğimizde bir kesim Refahyol Hükümeti’ne karşı oluşan cephenin başaktörü olarak Demirel’i görürken, bir kesim de onun gerginliği yumuşatıp darbeyi önlediğini düşünüyordu…
Demirel, 16 Mayıs 2000’de, görevini Ahmet Necdet Sezer’e devretti.

1993 senesinde TBMM tarafından cumhurbaşkanı olarak seçildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin 9.Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel, 2000 senesinde kadar görevini icra etti.
Siyasi hayatı boyunca hem yükselişlere hem de makamdan uzaklaştırmalara tanık oldu. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 tarihlerinde yaşanan olaylar Demirel’in görevinden uzaklaştırılmasına sebep oldu. 80 ihtilali ise 7 yıl siyasetten uzaklaştırılmasına sebebiyet verdi.



28 Şubat tarihinde portmodern darbe yapıldığında cumhurbaşkanı koltuğunda Demirel vardı. Darbe süreci, onun ilk kez siyaset babası olarak anılmasını sağlamıştır.
Siyasi hayatındaki görevi bittikten sonra yeniden evine döndü. Güniz Sokak’ta hayatına devam etti. O dönem eşi hastaydı. Tedavi gören eşini hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Ancak eşi Nazmiye Demirel hastalığa daha fazla dayanamadı ve 2013 senesinde hayata gözlerini yumdu. Süleyman Demirel eşinin ölümü karşısında çok üzüldü, ayakta durmakta zorlandığı görüntüler adeta acının yansımasıydı.



Süleyman Demirel’in hiç çocuğu olmadı. Ama o Ali Çetin Şener’i manevi oğlu olarak bilirdi. Ali Çetin Şener, aile ile birlikte kalır, onlara evlat hasreti yaşatmazdı. Aynı zamanda Demirel çifti de Ali Çetin’e aile özlemi çektirmeden yanlarında büyüttüler. Fakat 25 Nisan tarihinde Ali Çetin Şener, corona virüs nedeniyle hayata gözlerini yumdu.

"Barajlar kralı", "Morrison Süleyman", "Baba", "Çoban Sülü" olarak anılan ve Cumhuriyet tarihinin kilit dönemeçlerinde hep adı geçen siyasetçilerden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 17 Haziran 2015'te, saat 02.05'te yaşamını yitirdi.

91 yaşındaki Demirel, o yıl 13 Mayıs'ta hastaneye kaldırılmıştı. Ankara Güven Hastanesi, yazılı bir açıklama yaparak Demirel'in solunum ve kalp fonksiyonlarının kötüleşmesi sonucu hayata veda ettiğini duyurdu.

Demirel hayata gözlerini yummadan önce anıt mezar yaptırılmıştır. Türkiye’nin en büyük ikinci mezarı olan Çalca Tepe Süleyman Demirel Anıtı’na gömülmüştür.

Şapkası ve üslubu akıllarda yer etti
Türk siyasetinde "Binaenaleyh" denildiğinde akla gelen tek isim Süleyman Demirel oldu. Kimseye kaptırmadığı şapkası ve fotoğraf karelerine de yansıyan "kaptırmama mücadelesi" ile Demirel, Türk siyasi tarihine unutulmaz bir simgeyle kazındı. Demirel şapkanın demokraside bir simge haline geldiğini söyleyerek, "Şapka benim değil milletin şimdi" değerlendirmesini de yaptı.



Süleyman Demirel, "Bir takım yürüyüşler oluyor diye asabınız bozulmasın, yürümekle sokaklar eskimez", "Memlekette benzin vardı da biz mi içtik", "Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz", "GAP'ı gaptırmam", "Elektriğin komünisti olur mu", "Ege bir Yunan gölü değildir, Ege bir Türk gölü de değildir, binanaleyh Ege bir göl değildir", "Dün dündür, bugün bugündür" sözleriyle de hafızalarda yer etti.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, 1949 yılında başladığı memurluk görevinden, cumhurbaşkanlığının sona erdiği döneme kadar geçen sürede okuduğu kitaplar, fotoğrafları ve kullandığı eşyalar, İslamköy'de geçen yıl açılan Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi'nde sergileniyor.





Demirel anlatıyor: “39 yaşında Başbakan oldum. Ana muhalefet lideri İnönü idi. Yeminle söylüyorum. Onunla görüşmeye giderken dizlerim titrerdi. Ben alt tarafı Çoban Sülü. O ise Garp Cephesi kumandanı, Cumhuriyet’in İkinci Adamı idi…”
Bir anektod da benden…
Seçimlerden %50 oy alarak başbakan olan Süleyman Demirel, meclisin ilk günü meclis binasında İsmet İnönü ile karşılaşır.
İnönü sorar;
– Meclisin kaç merdiveni var, Süleyman biliyor musun?
Demirel,
– Bilmiyorum!..
Beklemediği bir soruyu yanıtsız bırakan Demirel içten içe bozulmuştur.
Birkaç gün sonra yine mecliste İnönü’nün yanına giden Demirel kulağına eğilerek;
“Efendim, meclisin 220 merdiveni var!” der.
– Kime saydırdın? diye sorar İnönü.
Demirel:
– Bizzat ben saydım efendim! der.
Ve bunun üzerine İnönü’den tarihi bir söz duyar;
“Bak Süleyman, lider odur ki zor işlerle uğraşsın.
Lider basit işleri kendi yapmaz. Bak mesela ben meclisin kaç merdiveni olduğunu bilmiyordum.
Sana saydırdım…”



27 Mayıs 1960 darbesiyle görevden alınan Başbakan Adnan Menderes'in mirasına sahip çıkan ve merkez sağın lideri olan Demirel, siyasi kimliği dışında çeşitli sözleriyle de Türkiye siyasetine damgasını vurdu.

Haklı tarafından kimi zaman sert eleştirilere maruz kalsa da kendine has uslubuyla bunların hepsini geçiştirdi. Şapkasıyla öyle bir özdeşleşmişti ki bir seçim için ‘Şapkamı koysam o bile seçilir’ dedi.

Türk siyasetinin unutulmaz isimlerinden biri olan Süleyman Demirel icraatlerinin dışında daha çok şapkası ve kendine has uslubuyla anılacak. İşte Süleman Demirel’in efsaneleşen sözlerinden bir kısmı:

Kıbrıs meselesi nedeniyle İngiltere’yle Türkiye’nin arası kötü. Tam da bu sırada Demirel İngiltere’ye ziyarete gidiyor. Dönüşte gazetecilerle arasında geçen diyalog ise şöyle:
-Efendim, neden İngiliz Dışilişkiler Bakanı’nın elini sıktınız?
-Neresini sıkacaktım kardeşim?

Yunanistan’ın Ege Denizi’nin bir Yunan gölü olduğunu iddaa ediyor diyen gazeteciye
“ Ege bir Türk gölü değildir. Ege bir Yunan gölü de değildir. Ege zaten bir göl de değildir!!!” demişti.
Su mu daha değerlidir benzin mi? Tabii ki su, benzin içilmez ama su içilir.

Benzin vardı şeker vardı, şerbet yapıp biz mi içtik? 

Aksini diyenin alnını garışlarım!

Gap,’ı gaptırmam

Enflasyon düşüyor domatesten biberden buluyorlar.Çıkıyor benden buluyorlar.

Şapkamı koysam o bile seçilir.

Üniversite ziyaretleri sırasında sol görüşlü bir öğrenci Demirel’i sıkıştırır:
– Türkiye’de yapılan her türlü işi sahiplenme gibi bir işiniz var.
Demirel cevap verir:
– Sen nerde oturuyorsun?
– Kadıköy’de, niye ki ?
– Hah işte buraya gelmek için her gün üstünden geçtiğin köprü varya
– Ee evet
– Onu işte ben yaptım!

Başbakanken bir programda kendisine “sizi o bulunduğunuz yerden altı defa indirdiler, hala orada nasıl duruyorsunuz?” diyen gazeteciye verdiği cevap: Ben altı kere gittiysem yedi kere geldim

Patlayan cephane fabrikasına “Kimin aklına gelir patlayacağı?”

Dün dündür, bugün bugündür.

Bülent Ecevit’e: Dört kaz teslim etsen, akşama üçünü kaybedip gelir 

Yazın biz Bulgaristan’dan elektrik alıyoruz. Kışın Bulgaristan bize elektrik veriyor.

Nerde kalmıştık?

(Çay'a yapılan zammı soran muhabirlere) "Çay'a yapılan zam değildir. Kalite ayarlaması yapıldı. Çayın kalitesi yükseltildi"

Ne veriyorlarsa benden beş fazlası

Yıldırım Akbulut için ne düşünüyorsunuz? diye soran gazeteciye: Bulut buluttur, bulutun akı da buluttur garası da, binaenaleyh, üzerine gonuşmaya değmez. 

Görünen köy uzak değildir. 

Genelevleri kapatalım da bizi mi sevsinler. 

Verdimse ben verdim…

"Memleket meseleleri bir parkta oturarak halledilseydi, çok büyük bir park yaptırır, hep beraber içinde otururduk"

"Mizah bir yumruktur, ne zaman kime vuracağı belli olmaz"

"Dünkü güneşle bugünkü çamaşır kurutulmaz"

(1978'de CHP'nin 40 günde Türkçe bilmeyen öğretmenleri alıp öğretmen yapması üzerine) "Kırk günde kabak yetişmez"

(CHP'nin planlı kalkınma önerisine verdiği yanıt) "Bize plan değil, pilav lazım"

(17 Ağustos deprem sabahı) Binaenaleyh, Türkiye'nin altı çürüktür, Türkiye'nin altı çürüktür diye bırakıp gidecek değiliz, bununla yaşamasını öğreneceğiz