İslâm'da Aile Hayatı'nın Esasları

ABONE OL

İslâm dini, aileyi daha yaratılışın başlangıcıyla birlikte ortaya çıkan insanlığın en eski ve en köklü kurumu olarak göstermiş; bütün insanlığın bu kurum § sayesinde gelişip çoğaldığını bildirmiştir. (Hucurât,13) Modern antropolojik araştırmalar da Kur'an-ı Kerim'in verdiği bu bilgiyi desteklemektedir. Bu birim, kurum veya oluşun bütün insanlık tarihinde rastlanmakta olup, hatta bugün bile modern toplumların temelini oluşturmaktadır.

Aile; tarihin her döneminde ve her yerinde toplumun temel ve vazgeçilmeyen kurumu olmuştur. Bu kurum, insanlığın tanıdığı bütün dinler tarafından da kutsal sayılmıştır. Onun kutsallığı; cemiyet hayatında düzeni, disiplini, huzur ve devamlılığı sağlamasından gelmektedir.
Çocukların eğitim ve terbiyesinde en önemli ve en yakın çevre ailedir, insan topluluklarını millet yapan manevî ve kültürel değerlerin nesilden nesile intikalini sağlayacak olan kurum ailedir. Bütün fonksiyonlarında ailenin yerine bir başka kurum ve kuruluşu koymak tabiata aykırıdır, böylesine teşebbüsler yeni yetişenlerin ruh ve beden sağlığını bozmakta, toplumun çözülme ve çökmesine yol açmaktadır.
Ailenin böylesine önemli olduğunu takdir eden İslam, ana kaynağı Kur’an-ı Kerim’de bu konuya yüz civarında ayet tahsis etmiştir. Sünnet kaynağı ise aileyi bir kitap (bölüm) konusu edinmiştir. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman, İslam’da Kadın ve Aile, 1st. 1994, s. 198)
Eski yeni bütün anayasalarımız aileyi "Türk Toplumunun Temeli" olarak nitelendirmişlerdir.
Aile, ilkel ve gelişmiş her toplumun temelidir. Kendisini sürekli, üyelerini mutlu kılmak için üzerine düşen görevleri yapmak zorundadır. Bu görevleri yaparken gelenekler-
le konulmuş, hukukî yaptırımlarla düzenlenmiş bir takım yetkilerle donatılan aile, başka kişi veya kuruluşlara devredilemeyen sorumlulukları da taşımaktadır.
Ailenin çeşitli sebeplerle zayıfladığı her durumda; kargaşa ve çok boyutlu sefalet yaygınlaşmaktadır. Aile bir bakıma kötülük ve iyiliklerin hem sebebi hem de sonucudur. Aile sağlıklı ise, toplumda iyilikler yaygınlaşır, aile bozulmuşsa toplum da bozulur.
Aile; üyeleriyle ilgili İnsanî, dinî, ahlâkî, hukukî görevleri yerine getirmekle görevli kılınmıştır. Bu durumun tabii sonucu, aile birtakım sorumlulukları da üstlenmiştir.
Bunlar; aile üyelerinin birbirlerine karşı sevgiyle, saygıyla davranmaları, her birinin, diğerlerinin sağlık, eğitim, beslenme, barınma hatta eğlenmesiyle ilgili olarak kendine düşen işleri yapma sorumluluğu şeklinde özetlenebilir. Bu sorumlulukların, benzerlerinden iki önemli farkı vardır:
Birincisi, bunların belirli bir zaman dilimi içinde ve belli bir plân dahilinde yerine getirilmesi zaruretidir. İkincisi ise, aileye ait olan bu sorumlulukların, bir başka kişi yahut kurum tarafından bu ölçüde yerine getirilmesinin mümkün olmamasıdır. Uzmanlar, kuş tüyünden bir gündüz bakım evi yatağının, ot yataklı bir aile ocağı kadar bile, çocuğu mutlu edemediğini, araştırmalarla tespit etmişlerdir. Aynı türden araştırmalar; en yetenekli gıda uzmanlarının, çok gelişmiş labaratuvarlarda imal ettikleri sütün, anne sütünün çocuğa sağladığı faydayı sağlayamadığını açıkça ortaya koymuştur.
Çocuğu dünyaya getirmekle ailenin işlevi tamamlanmış olmaz. Bundan başka, aile çocukların beden, zihin ve ahlâk bakımından sağlıklı ve dengeli yetişmelerinde birinci derecede rol almak suretiyle insanlığın her bakımdan gelişmesine ilk ve en önemli katkıyı sağlamaktadır. Tarihin çeşitli dönemlerinde ve çeşitli kültürlerde aile az çok değişik fonksiyonlar üstlenmişse de çocuklarla ilgili bu işlevleri kesintisiz devam etmiştir. Çünkü, diğer bütün canlılardan farklı olarak insanın fizyolojik, ruhsal, zihinsel ve ahlâkî gelişmesi ancak kadın ve erkeğin sürekli birlikte yaşamaları, böylece uzun yıllar ilgiye muhtaç olarak yaratılan çocuklarını beslemeleri, her türlü tehlikeden korumaları, eğitmeleri, diğer maddî ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmalarıyla mümkündür. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de çocukların yalnızca emzirilme dönemleri için iki yıllık bir süre belirlenmiş; (Bakara, 232; Lokman, 14) ayrıca Kur’an ve sünnetteki özel veya genel hükümlere dayanılarak fıkıh kitaplarında çocuğun doğumundan evlenip aile kurmasına kadar türlü ihtiyaçların karşılanması için anne-babaya birçok görev ve sorumluluk yüklemiştir. Bütün bu görevlerin yerine getirilmesi aile kurmakla mümkün olduğu içindir ki, Hz.Peygamber: "Nikâh benim sünnetimdir. Benim sünnetimden yüz çevirenler benden yüz çevirmiş olurlar" buyurmuştur. (Ibn Mâce, Nikâh, 1)
Ailenin eğitim sorumluluğu
Eğitimciler aileyi ilk ve en etkili eğitim kurumu kabul ederler. Ailenin bu işlevi yalnız içe dönük bir faaliyet olmayıp, genel olarak toplumsal ve ahlâkî hayata da büyük bir hizmettir. Her ne kadar insanlar da öteki canlılar gibi evlenmeden çocuk dünyaya getirebilirlerse de, çocuğun uzun süren zahmetli bakımı ve din, toplum, hukuk gibi kurumların bireyden beklediklerini kazanmasını sağlamak anne tarafından tek başına yerine getirilemeyecek kadar ağır bir görevdir. Çocuğun maddî ve bedensel ihtiyaçları yanında dinî, ahlâkî, toplumsal ve mesleki eğitim-öğretime şiddetle ihtiyacı vardır. Bu sebeple Kur’an-ı Ke- rim’deki "Ey inananlar! Kendinizi ve aile halkınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun...." (Tahrim, 6) mealindeki ayet, bütün Kur’an yorumcularına göre, aile reisini, eşi ve çocuklarının eğitim ve yaşayışından sorumlu kılmıştır. İslam ahlâk literatüründe çoğunlukla "terbiye", "edep" ve "te’dip" kavramıyla ifade edilen bu eğitim hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Hiçbir baba, çocuğuna güzel ve yararlı eğitimden daha değerli bir miras bırakamaz." (Tirmizî, Birr, 33)
Şüphesiz çocuğa bu değerli mirası en iyi ailesi verir. Çünkü, çocuğun ilk tanıdığı, güvendiği, özendiği, sevdiği ve en köklü duygusal bağlarla bağlandığı kişiler ana ve babadır. Bu yüzden aile yuvasından yoksun kalan çocukların eğitim öğretiminde, hatta ahlâk ve ruh sağlığında ciddi problemlerle karşılaşıldığı bilinmektedir. Yapılan bir araştırmada ülkemizdeki hükümlü gençlerin %22’sinin parçalanmış veya eksik aileden geldiği tespit edilmiştir. (Sosyo-kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, T.C. Başbakanlık
Aile Araştırma Kurumu Yayını, Ankara 1992, s. 344-345)
Görevin ağır, yetkilerin sınırlı ve sorumlulukların devredilemez olması, aile üyelerinin çok iyi bir eğitim görmelerini, ailede eğitimin bir devlet sorumluluğu olarak yerine getirilmesini zaruri kılmaktadır.
Ailenin; kendisine, yeni nesle ve çevresine karşı çok önemli ve başkasına devredilemeyen görevlerini yapabilmesi için dinimiz, örf ve adetlerimizle kanunlarımız onu, birçok yetkilerle donatmıştır.
Aile, öncelikle kendi üyelerine ve bu yolla da toplumun bütün üyelerine, insanlığın temel değerleri olan şu tutum ve davranışların kazandırılmaya başlandığı bir sorumluluk ortamıdır:
a) Dini inanç ve ibadetin aşılanıp öğretilmesi,
b) Kardeşlik duygusunun doğurduğu insan sevgisi ve paylaşma davranışının benimsetilmesi
c) Annenin örneklik etmesiyle şefkat, babanın tutumuyla da merhamet duygusuyla temas ve bunların uygulanması.
d) Aile fertlerinin ilişkilerinde hakim olan hoşgörülü tavırların tanınması.
e) Aile içindeki iş bölümü uygulamalarından, görülerek kazanılan cesaretle kişilik sahibi olma.
f) Bir aile tarafından aranan, yokluğu hissedilen kişi olarak, diğer üyelerin mensubiyet duygusundan kaynaklanan güvenlik içinde olma.
Aile, üyelerinin; birbirleriyle olan kan bağı, aynı mekânda yaşama, aynı değerleri benimseme, aynı mutluluk ve sıkıntıları paylaşma gibi biyolojik, sosyal ve psikolojik ortak yönleri, onların kendi içindeki İnsanî duyguları doğurur ve geliştirerek pekiştirir. Bu gelişmenin istenilen seviyede sağlanabilmesinin tek şartı, aile üyelerinin birbirlerine karşı eğitim sorumluluğunu üstlenmeleridir.
Ailede eğitim, işte bu insani değerlerin geliştirilerek yaşatılması için aile üyelerinden her birinin yerine getirmesi gereken tanıtma, benimsetme, önderlik ve örneklik ederek davranışa dönüştürülmesi ile ilgili sorumluluklardır.
Artık hayli ihtiyarlamış olan dünyamızda; özel-resmi eğitim kurumlarının, kişileri dinî, ahlâkî, medenî amaçlar için eğitmekte acze düştükleri açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Adları eğitim kurumu olsa da yapabildikleri tek şey, bazı bilgileri öğretmek ve bunların ne ölçüde tekrarlanabildiğim test etmekten ibarettir.
Bu zaafiyeti daha da körükleyen kitle haberleşme araçlarının, eğitmek şöyle dursun, az-çok eğitilmiş insanları da zavallılaştıran tutumları, her gün gözler önünde sergilenmektedir. Bu sorumsuz ve gerçek demokratik anlayışla asla bağdaşmayan başı bozuk ve sevimsiz bir kısım yayınların; insan onurunu zedeleyen, onu yaratılışındaki temizlikten uzaklaştırarak yozlaştıran telkinleri de dikkate alınırsa, ailede terbiye ve eğitimin vazgeçilmezliği kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu sebeple, özellikle bizim toplumumuzda; eğitimden sorumlu ve bu hizmeti vermekle yetkili olanların ailede yapılan eğitime, bugünkünden daha ciddi bir seviyede yaklaşmaları, kaynak ayırmaları, milletçe kalkınmamız, huzur ve güven içinde yaşamamız için zaruridir. (Dr. Hüseyin Ağca, Ailede Eğitim, T.D.V. Yayını, Ankara 1993, s. XII-XV, 6,7, 138)
Bazı özellikleri
1- Türkiye’deki çekirdek ailenin batıdaki çekirdek aileye, sadece aile içinde yaşayan birey sayısı ile benzediği, bunun dışında aile bireyleri arasındaki ilişkiler ve bu ilişkilere atfedilen değerler kadar ailenin yaşama biçimi açısından da belirgin şekilde farklılık arzetmektedir.
2- Karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma temeline bağlı bir yaşama biçiminin sürmesi ve bazı aile içi etkinliklerin (çocukları evlenene kadar aile yuvasında barındırmak, yaşlılara aile içinde çocuklar tarafından bakılmasının toplumsal bir değer taşıması, evliliklerin her iki tarafın ailesi tarafından desteklenerek kurulması vb.) devam ediyor olması, Türkiye’deki çekirdek aileyi batıdakinden ayırmaktadır.
3- Aile kurumu açısından ele aldığımızda bugün Türkiye batıya nazaran göreceli olarak çok güçlü bir durumdadır. Çünkü aile yapısı ve toplumsallaştırma, geleneksel değerlerin korunması, aktarılması ve aile içi birincil ilişkilerin dayanışmacı bir şekilde devamını sağlamaktadır. Kadın ve erkeklerin büyük bir kesimi geleneksel değerler çerçevesinde evlenerek birlikte yaşamaktadırlar. Görücü usulü evlenme yaygınlığını yitirmiş gibi görünmekle beraber, gençler beğendikleri ve evlenmeyi istedikleri kişiyi ailelerinin onayına başvurarak seçmektedirler. Her açıdan bu kadar büyük önem taşıyan aile kurumundaki ilişkilerin sağlıklı, anlamlı ve kişiler açısından yaşamayı kolaylaştırıcı olması önemli ve Türk ailesine has bir özelliktir.
4- Gayri müslim ülkelere göre, Türkiye’de boşanma, çok vahim nedenler söz konusu olmadıkça, tercih edilmemektedir. Öte yandan eşler arasındaki ilişkiler, duygusal doyum ve etkileşim yerine, ekonomik açıdan yaşamı sürdürme ve kuşakların devamı üzerine kurulmuştur.
5- Türk aile yapısının temelinde, bin yıldan beri bağlı olduğumuz İslâm dininin aile anlayışı yatmaktadır. Bu da ailenin sağlam temellere oturmasını sağlayan en önemli faktördür.